2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yeni başlayanlar için Sivas ve Cumhuriyet Üniversitesi (3/3)

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi nasıl bir yer?

(26 Temmuz 2011 tarihinde yazılıp 1 ay rötarlı gelen bu yazı için özür dilerim sevgili işkembeseverler..)

17:10:38 -- 16 hours 30 mins ago

Şu sıralar üniversite tercihlerinin de yapıldığını düşünerek, bu bölümü fazla bile geciktirdim, ama yine de yetiştiğimi umuyorum.

Yazının önceki bölümlerinde (bölüm 1 ve bölüm 2) bahsettiğim üzere 6 aylığına üniversitede geçici olarak çalışmaya gelmiştim bir proje için. Yarın dönüyorum. Mutluluğumu tarif edemem!

Ankara’da lisans ve yüksek lisans olmak üzere toplam 8 yıl “öğrencicilik” oynadım ve hala da oynuyorum. Çok insana göre Ankara çok sıkıcı olsa da, hiçbir şey olmasa bile barındırdığı öğrenci kalabalığı ve öğrencilik kültürü nedeniyle bence gayet keyifli bir yer öğrencilik için. Öğrencilerin rahat yaşayabileceği semtler, bir sürü topluluk, kafeler-barlar, sinema, tiyatro vs. Ne ararsan var (neredeyse...). Tabii ki bunların hepsinden önce güzel, öğrencileri birlikte zaman geçirmeye teşvik eden ve yaşamaya elverişli kampüsler.


Kampüsün ana girişilerinden birisi. Tabelalar bize bir şey anlatmaya çalışıyor olmalı?

“Cumhuriyet Üniversitesi’nin nesi eksik?” sorusuna verilebilecek çok fazla yanıt var. Hatta CÜ’ye sormuşlar “neren eksik?” diye, “nerem tam ki?” demiş.

İlk geldiğim zaman, daha ilk gün veya ilk haftanın içinde bir zaman... Akşam mesai bitti, dedim otele dönmeden bir şeyler alayım yiyecek içecek meyve sebze konserve bilmem ne. Biraz gezindim, kampüs içinde ufak bir market kılıklı bir yer aradım. Biraz daha aradım. Sonra dayanamayıp iki gence sordum; mavi ekran. “Market ne arasın abi kampüsün içinde?” dediler. Kampüsün bir “yaşam alanı” değil de, sabah gelinip, ilk fırsatta gidilecek bir yer olduğu sinyalini ilk o zaman aldım. En fazla Tıp Fakültesi’nin kantini var, ama o da 30 binden fazla öğrencisi olan ve kampüs içinde kalan yüzlerce, belki binlerce öğrenci için fazlasıyla yetersiz.


Vahşi Doğu'da bir hayalet çarşı - 1

Kampüs içinde böyle oturulup keyif yapılacak bir “çarşı” gibi bir yer de yok. Birbirinden bağımsız birkaç kafe/kantin var. Oturulabilecek en geniş kapalı alan, Merkezi Kafeterya denen yemekhane binası. Okul döneminde hava dışarıda oturmaya elverişli olursa ne ala, değilse bitti gitti.


Vahşi Doğu'da bir hayalet çarşı - 2

“Sivas” bölümünde de bahsettiğim gibi, kampüse çalışan 2 otobüs hattı var; TOKİ ve İstasyon (Mecburiyet) Caddesi. Sırf üniversiteye değil, hastaneye de epey yolcu taşıyor bu otobüsler. Ağzına kadar dolu oluyor okul döneminde. İkinci öğretim de olduğu için, hem sabah hem akşam her iki yöne de kalabalık oluyor. Öğrenci biletine zam geldi ve 6 km’lik yol 1 TL oldu.

Kampüsün önemli eksiklerinden birisi, tıp fakültesinden ayrı olmaması. Her ne kadar zaman zaman üniversitenin dünyadan kopuk olmasını eleştirsem de, burada gerçekten dünyadan kopuk olmasının daha hayırlı olacağını düşünüyorum. Öğrencilerin kendini daha özgür hissedebileceği, tamamen öğrencilere ait bir alan yok çünkü, burası de şehrin başka herhangi bir yeri gibi. Aynı hissiyatı hep Hacettepe’nin merkez kampüsünde de yaşardım mesela. Bu tamamen benim kişisel görüşüm, düşüncem.


Vahşi Doğu'da bir hayalet çarşı - 3 (Aslında çok da eski olmadığı belli olan bir tükan)

Kampüste yer bol, oldukça büyük bir kampüs. İçinden de Kızılırmak geçiyor mesela, ama bunun hiçbir anlamı yok. Bir gölet var ayrıca seyirlik, ama şu an harabe halinde. Kampüsteki diğer pek çok şey gibi... Demin bahsettiğim çarşı ayarında bir yer zamanında varmış, şu an döküntü.


Ne bu? Aslında bir gölet ve göletin ortasındaki deniz kızı heykeli. Şimdinin bataklığı...

Benim kaldığım uygulama oteli, kampüsün merkezine yaklaşık 2 km mesafede. Bu esnada adı uygulama oteli, ama turizm bölümü olmadığı için uygulaması yok. Yarı yurt, yarı misafirhane olarak işletiliyor. Sene içinde her saat başı kampüs içi ring var. Ama yaz okulunda sadece sabah ve akşam birer servisin olduğu, kışın da domuz inen, izole bir tepe.



Öğrenciler ne diyor?

Burada geçirdiğim süre boyunca on kadar öğrenciyle de oturup sohbet etme fırsatı buldum. Hem üniversiteyi diğer bildikleri üniversitelerle, hem de şehri yaşadıkları yerlerle karşılaştırıyorlar doğal olarak. Ama ne yazık ki bu karşılaştırmalarda Sivas’ın bir adım önde olduğuna hiç denk gelmedim. Diyarbakır’la karşılaştıran “Diyarbakır buradan 4 gömlek üstün, hiç olmazsa içen içer, kimse kimseye karışmaz.” diyor, Konyalı bir genç “Selçuk Üniversitesi de burayla aynı yaşta, ama fersah fersah ileride.” diyor. Çorum’da yaşayan bir başka genç “Çorum bile buradan iyi abi, valla bak.” diyor. İç Anadolu’nun biraz daha dışına çıkıp daha az tutucu yerlerden gelenler için durum hepten üzücü. Öğrencilerin içinde bırakıp gitmeyi, yatay geçiş yapmayı, tekrar sınava girmeyi düşünenler çok fazla.

“Okulda hiçbir şey yok, şehirde hiçbir şey yok. Herkes sıkıntıdan patlıyor, kimse bir şey yapmıyor. Canlı müzik diye dandik müzik çalan bir yere gidip de iki halay çekince insanlar “off, acayip eğlendik!” diye kendilerini kandırıyor.”

“Eğlence mekânı” kavramı zaten yok. Kadınlı-erkekli oturulup muhabbet edip içilebilecek bir ya da iki mekân olduğunu söylüyorlar. Geldiğim ilk ay içinde içimi en burkan ayrıntılardan biriyle otelde karşılaşmıştım. Bahsettiğim izole tepede neyse ki birkaç sokak lambası var. Dışarıdan bir müzik sesi duydum böyle vızıltı gibi. Cep telefonundan gelen bir ses. Sonra kafamı camdan çıkarıp bakınca sokak lambasının altında dans eden 3 genç kız görmek çok acayipti. Bir süre dans ettiler, sonra yağmur başlayınca şanslarına küsüp içeri girdiler.

Havuz var kampüste. En ilginç şey bu. Ama onu da kullanan yok. Çok az insan gelip gidiyor. Her ne kadar ben havuz/deniz sevdalısı bir insan olmasam da çok enteresan geliyor bu bana! Bu esnada havuz saatleri üçe ayrılıyor: kadın-erkek-aile. Program: http://sks.cumhuriyet.edu.tr/webres/Havuz/havuz__programi.pdf

Yaz okulu, ben gitmediğim halde bana bile zulüm oldu, ki öğrencilerin halini varın siz düşünün. Mayıs civarı servis şoförü gençlere nasihat ediyordu “Ne yapın edin geçin derslerinizi, yaz okuluna kalmayın, pişman olursunuz.” diye. Kalanlar pişman oldu, evet. Zaten bir şey olmayan kampüste yazın insan da yok, yemek doğru düzgün yok, servis yok. Yok da yok...

KYK yurtlarına bir şekilde yerleşemezseniz, alternatif olarak ev tutarım derseniz, Zeus kolaylık versin. Öğrencilerin en çok şikayet ettiği şeylerden biri de yobazlığın paragözlükle harmanlandığı zihniyet. Özel yurtlarda, özellikle genç kadınlar için kurallar fazla katı. Erkekler için de büyük ölçüde öyle. Ev tutmaya kalkarsanız da yine öğrencilerin dediğine göre “Öğrenci olduğunuzu anladıkları anda düdüklemeye çalışıyorlar.”. Mesela bir evin kirası 400 TL mi? Siz paranız olmadığı için o evde 4 kişi kalmak istiyorsunuz. O zaman hemen kelle hesabı giriyor ve evin hesabı belki 600, belki 800 TL’ye fırlayıveriyor. Daha fazla insan demek daha fazla yük demek. Ev çok yakar öyle olunca, ev sahipleri de haklı tabii...

Bir başka alternatif de –ki alternatiflerin en acısı- tarikat evleri. Gani gani bulabileceğiniz bu evlerin de türlüleri var. Yurt gibi olup aylık kişi başı 200-250 TL verdiğiniz, bütün ihtiyaçlarınızın karşılandığı evler var mesela. Ufak bir hesap yapıp 4 kişi kaldığını düşünürseniz böyle bir evde, o 1000 TL’nin nereye gidip nasıl buhar olduğu düşündürücü. Sırf bu şekilde değilmiş ama öğrendiğimiz kadarıyla, ücretsiz olanları da varmış duruma göre.


Kaçışın fotoğrafı. "Gidiyorum bütün taşlar eteğimde..." Yok lan, döktüm rahatladım.

Bunların dışında söyleyecek fazla bir şeyim yok ne yazık ki. Olmasını çok isterdim, ama başka bir şey deneyimlemedim kaldığım sürede. Umuyorum üniversite tercih sonuçlarının sonucunda "Cumhuriyet Üniversitesi" sonucuyla karşılaşıp günlerdir bloga "Cumhuriyet Üniversitesi" aramalarıyla gelen gençler çok daha iyilerini yaşar, daha iyilerini yazarlar..

7 Ağustos 2011 Pazar

Atina-Oropos – İlk izlenimler

(5 Ağustos 2011)

Cennet vatan Yunanistan’dan selamlar sevgili İşkembeseverler! N’oldu? Böyle deyince beğenmeyenler için söylüyorum, gelin görün ondan sonra konuşun allasen.

Geçtiğimiz Çarşamba Sivas’tan Ankara’ya dönmüştüm, sonra dün itibariyle de Oropos’a ulaştım. Oropos, Atina’nın 50 km kadar kuzeyinde, otobüsle 4,80 € ve 1 saat karşılığında ulaşılabilen bir sahil kasabası. Buradaki 24 saatim henüz doldu, ama kanım kaynadı gayet. Ki düşünün, öyle deniz sevdalısı bir insan falan da değilim.

Oropos’un karşı tarafında boylu boyunca bir sahil şeridi görünüyor ve özellikle gece de tepeden bakıldığında manzara müthiş. Yunanistan’ın en büyük ikinci adası oluyormuş. Buradan oraya geçiş 2,5 €. Çadırım olmasa da, bir şekilde bulup, buradayken 1-2 günümü bisiklete atlayıp karşıya geçerek (deniz bisikleti : p) geçirmek gibi bir niyetim var.

Daha önce sanırsam Natura Horror Vacui Atina’yla ilgili bir yazı yazmıştı. Ben de bu yazıyı hem bir lokma Atina ve Oropos izlenimi, hem de yolculuk rehberi olarak yazayım istedim.

Yolculuk-Vize
Ankara’dan yola çıkıp Oropos’a varmam toplam 36 saatimi aldı. Hepsi yolda geçmedi tabii ki, ama 2 geceyi yolda geçirdim. Öncesinde vize mize...

“Yunanistan’dan Schengen Vizesi nasıl alınır? Vize için x gerekli mi?” gibi sorularınıza yanıt vermeye çalışalım biraz. Hz. Google’a en çok sorulan şeylerden olsa gerek.

Vize için 2 aylık davet mektubum geldi. Yunanistan’dan ekspres postayla 14 günde geldi sanırım. İki Akdeniz arasındaki benzerlik... Oradan postaya vereceksin, ama vermeden önce bir yemek. Sonra üstüne belki sigara, sonra kahve... Postacı kalkacak, o sıcakta dolaşıp yerine götürecek, bir soluklanacak, su ikram edilecek, iki muhabbet edip aile üyelerinin halini hatrını soracak, sonra oradan bizim tarafa gelecek, memur dayılar yerinden kıpırdayacak edecek, öğle paydosuydu bilmem neydi derken... Neyse, 14 gün, ekspres. Beklemedim haliyle ve faks çekmelerini istedim, onunla başvurdum, gayet de işimi gördü. “Hanimiş orijinali?” demediler.

Vizeye başvurmaya gittiğimde evraklarım tamamdı. Schengen formunun bir .doc dosyası var büyükelçiliğin sitesinde, yazım yivrenç olduğu için bilgisayarda doldurdum, sorun çıkmadı. Neden 2 ay istediğimi sordular, açıkladım. Banka hesabında 1.200 TL gösterdim. Çok girişli istemiştim, nedenini sordular, “tezim için bir gelmem gerekebilir” deyince 2 girişli vermişler. Ayrıca 2 Ağustos’ta başvurdum, 4 Ağustos-4 Ekim arasında istedim, aynen öyle verdiler, ertesi gün de aldım pasaportumu yola koyuldum. 1 günde çıktı yani, ama önceden de Schengen vizesi almıştım zaten, o da kolaylaştırmıştır mutlaka. Daha öncekinde Euro olarak götürmüştüm parayı, bu sefer de öyle yaptım. Dayı “144 TL lutfen” deyince kaynar sular dökülüverdi. “Efendim?” dedim, tekrarladı. “Yok, bozdurup gelsem olur mu?” dedim, tamam deyince “60 Euro karşılığı mı o?” dedim, “beyefendi benim ağzımdan Euro diye bir şey çıkmadı, 144 TL” diye fırçamı yedim, koştur koştur gittim bozdurmaya. Bu da böyle bir anım, aklınızda bulunsun.

Bu esnada sabah 8’de büyükelçilik önündeydim, birinci sırada girdim içeri. Ertesi sabah da gidip pasaportumu aldım vizemle birlikte. 9.30’da açılıyor, çok da erken gitmenize gerek yok yani.

Gelelim yol sorularına. “Türkiye-Yunanistan deniz yolu” araması yaptım epey bir. Alternatifler var. Ayvalık-Midilli (Mytilini)-Pire veya Çeşme-Sakız (Chios)-Pire en mantıklıları. Çeşme’yi kullandım ben. Ankara’dan Pamukkale’ye atlayıp, 9.30 saatlik yolun ardından Çeşme’ye vardım. Sakız Adası’na geçen feribotların epey bir kısmı –sanırım tek yön- 25 €. Bir de Ege Birlik var, ki hafta içi tek yön 7, gidiş dönüş 11 €. (Biletinizi internetten satın aldıktan sonra, feribotun kalkışından önce limandaki ofisine uğrayıp check-in damgası vurdurmanız gerekiyor). Fiyat farkının nedenini sordum, diğer şirketler Çeşme kökenliymiş zaten, Ege Birlik’in sahibi İzmirli bir iş adamı olduğu için promosyon babında böyle bir kıyak yapıyorlarmış. Ama tek neden o olmasa gerek, zira feribot da her an yolda kalıverecekmiş gibi geldi yol boyunca, yalanım yok. O kadarcık paraya yerime vardım mı, vardım. Sorun yok.


Çeşme Limanı’nda bisikletten korkan insanlar

Sakız Adası’na geçtiğimde saat sabah 10’u geçiyordu, feribota kadar yaklaşık 12 saatim vardı. Güneş hepten tepeye çıkmadan ben bisikletle tepeye tırmandım, güzel bir çardak bulup hem orada bir şeyler yedim, hem dinlendim, müziğimi dinleyip kestirdim (Bu vesileyle 3 gündür beni yollarda yalnız komayan Melis Danişmend’e çok teşekkür ederim! Hastasınım Melis! Anahtar Sözcük, Büyük Kaçış, Kettle, Ucuz... Hepsi mikkembel adeta. Akustik gitar, piyano ve güzel bir ses arzu edenlere çok fena tavsiye ederim.) . O civarda her nevi yaşamsal ihtiyacımı giderdikten sonra, tekrar aşağı doğru inmeye başladım. Yaklaşık 3 km bir yol tırmanmışım. Adanın biraz da öbür tarafına gittim. Ülkenin en büyük beşinci adası olduğu için, -Bozcaada’yı görmedim, karşılaştıramıyorum ama- bizim Büyükada, kendisinin yavrusu gibi kalıyor. Dolayısıyla alıp başımı gideyim diyemiyorsun fazla. Zaten güneş, 20 kilo kadar yük ve yol yorgunluğu izin vermezdi. Ben de orada limanda bir internet cafe ve bir başka cafenin keyfini çıkardım. Oh mis!


Sakız Adası’nın tepesinden bir görüntü. Karşı taraf Çeşme.

Sivas’tan Sakız Adası’na geçince kültür şokuna girdim bu esnada. Limana bir indim, etraf mobilet üstünde yarı çıplak kadın kaynıyor! Dedim “bre zındıklar, yanacaksınız!” ama hepimiz kompil yanıyorduk zaten cayır cayır gavur gibi. Beynim pişti. Saçımı da kazımıştım, kafam acıdı adeta yanmaktan. Kask bile fayda etmedi.


Batının ahlâksızlığı.

Sakız Adası’na sabah 9.30’da veya akşam 18.00’de geçilebilir. Oradan Pire’ye hareket eden seferler gece 22.00 ve 00.00’da sanıyorum. Ben 22.00’yi (Nel Lines) tercih ettim, zira 8.5 saat kadar sürüyor ve diğerinden (Hellenic Seaways) daha ucuz. Diğeri 6 saat kadar sürüyor ama kalkış zamanlarının farkından dolayı yaklaşık olarak aynı sürede varıyorlar. Nel Lines biletini Maskot Turizm satıyor. Bileti satın aldıktan sonra, Sakız Adası’nda check-in gerektirmiyor. İçerideki pulman koltuklar hizmet bedeli dahil 36 €, plastik güverte koltukları 33 €. Zaten mülteci gemisi gibi, herkes yerlerde yatıyor, dolayısıyla kamaralardan almadığınız sürece, bileti bu ikisinin hangisinden aldığınız çok fark etmez. Ben her ihtimale karşı pulman aldım, ama koltuğuma bir kere yerini görmek için gittim, onun dışında güvertede oturdum bir süre. Sonra da yere uyku tulumumu serip, sızdım. Açık havada uyumaya zaten bayılıyorum, püfür püfür mis gibi oldu.


Çeşme-Pire feribotunda iki ayrı katta çalıp söyleyen iki ayrı gruptan biri.

Güvenlik açısından kaygılananlar olabilir –benim gibi- ama herkes zaten deli gibi yüklü olduğu için kimse kimsenin çantasına ıvırına zıvırına bulaşacak halde değil gibi geldi bana. Değerli şeylerimi koyduğum çantamı kafamın altına yastık niyetine aldım, diğeri zaten üst baş kitap falan dolu. Cüzdan da uyku tulumunun içinde kaldığı için görece rahat uyudum. Ki, sabah bir uyandım, güvertede bir tek ben kalmışım, herkes kalkmış gitmiş. Birileri çantamı alsa gitse ruhum duymazdı. Bir dahakine saat kursam iyi olur. Bisikletimi de aşağıya bağlamıştım, onu da sağ salim aldım.

Pire (Piraeus) Limanı’na inince etrafıma baktım ve çok açık söylüyorum, bu kadar çirkin bir ilk görüntü beklemiyordum. Yalebbim ne kadar çirkin yaratmış orayı! Gerçi liman yani, ne bekliyorum... Ama gerçekten çirkin. Neyse, 8 kere çirkin dedikten sonra geçebilirim burayı. Ama bir saniye; Limandan Atina merkezine giderkenki yol da fazlasıyla çirkin. Ankarasal kavramlarla ifade edecek olursak, yol böyle Dışkapı-İskitler civarı gibi. Yarısı oto galeri, diğer yarısı tamirci mamirci ıvır zıvır. Pire-Atina arasındaki 10 km civarı olan esas yol bu şekilde yani. Alternatif rotaları bilmiyorum.

Limandan yola koyuldum, hedefim Oropos otobüslerinin olduğu nokta. Şehir merkezini gösteren Aθina tabelalarını takip etmeye çalıştım. Oysaki önceden dersimi de çalışmıştım Google Maps’ten, çıkarmıştım haritayı ama yardım gerekti.

Trafikta bol miktarda “iki teker” olduğu için hem sürücüler daha alışık, hem de her ne kadar “şöyle benzeriz Yunanlarla böyle de aynı sudan içmişiz biz” deseler de, gerçekten çok daha medeniler. Korna çalmıyorlar her saniye ve “bisiklete-motorsiklete” de araç muamelesi yapıyorlar. Dolayısıyla trafikta hiç zorlanmadım Oropos otobüsüne kadar. Genelde 15-20 km arası bir hızda gittim yüklü olduğum için, yoksa oldukça düz bir yol, rakım fazla değişmiyor. Hiç tahmin etmezken bir anda bir yerden fırlayan köpekle bir süre paralel koşu yaptık ve o koşunun sonunda itin oğlu pes ettiğinde kendimi üçüncü şeritte ve 34 km hızda buldum. Yokuş indiğim zaman dışında o yükle ilk defa 25 km’yi aşmıştım. Hala hayattım ama, itoğlu it!

3 kişiye yol sordum, İngilizce bildikleri kadarıyla yardımcı oldular sağ olsunlar. Haritaya da bakmış olduğum için gayet rahat buldum yolumu. Ama Hani bizim Eskişehir Yolu’nda veya ne bileyim Meşrutiyet’te öyle kabak gibi caddenin/bulvarın adı yazmıyor ya, burada da yaşadım o sıkıntıyı. Atina’ya gittiğini gösteren tabela göremiyorsun bazı belirsiz yol ayrımlarında ve inisiyatif kullanmak durumunda kalıyorsun. Neyse ki iyi kullanmışım o inisiyatifleri.

Yolun özeti:
Ankara-Çeşme: Pamukkale Turizm, 50 TL, 9.5 saat. Bisiklete gıklarını çıkarmayıp, inince çok da yardımcı oldular, Zeus razı olsun.

Çeşme-Sakız: Ege Birlik, 7 €, 1 saat. Bisiklet zaten ücretsiz, ofisteki hatun da pek yardımcı, çok sevimli. Promosyon süresinde bence kaçırmayın.

Sakız-Pire: Nel Lines, pulman 36 €, 8 saat. Sanırım 8 saat yani. Ben uyandığımda 8.30 olup her yer boşalmıştı, dolayısıyla bilmiyorum. Ama gayet rahat gittim.


Oropos’un yolları taştan


Oropos otobüsüne binerken çok kaygılandım. Travego işliyor Atina-Oropos arasında ve “ya muavin sorun çıkarırsa” hissiyle gittim otobüse. Ama zaten kimse sallamıyor, bagaj kapağı otomatik açılıyor, içeri dolduruyorsun varını yoğunu. Çoğunluğu Hintli/Pakistanlı olan bir kalabalık işporta tezgahlarını koyuyor. Epey mülteci varmış, ben şaşırmıştım. Çiftçi ve işportacı olarak çalışıyorlar.

Atina-Oropos arası 50-55 km olduğu için bisikletle gitmeyi düşünmüştüm, ama iyi ki beni buraya davet eden arkadaş “tavsiye etmem” demiş. Zira 55 km olan yolda hem 400 metreye tırmanmak gerekiyor, hem de yolun bir kısmı girişimizin yasak olduğu otoban. Eğer ki kısa olan yolu tercih edersem de 600 metreye tırmanmam gerekiyor ve dağ yolu. O çantalarla ve o yorgunlukla cesaret edemedim. İyi ki de etmemişim, 1 saatte vardım otobüsle Oropos’a. Otobüs Havaş gibi, biniyorsun Skala Oropou otobüsüne, birisi hareket ettikten epey sonra gelip bilet kesiyor.



Akdeniz Mutfağı


İşte böyle sevgili İşkembefilitzkiler. Yazımı leziz bir şekilde bitireyim dedim. Kokoreçleri de var, “kokoretzi” diyorlar ve bizimkinden daha mı sağlıksız bilemedim, anlatayım siz karar verin. Bildiğim kadarıyla bizimkinde yediğimiz şey, “rulo şeklinde sarılıp iç yağıyla birlikte pişirilmiş ince bağırsak”. Onlar ince bağırsağı ak/karaciğer ve başka sakatatın üstüne sararak rulo yapıyormuş. Tabii ki yiyeceğim, yediğimde ayrıca rapor ederim.

Mayıs sonunda beden kitle endeksimle ilgili hepten kaygılanıp, nefes alamaz hale de geldiğim için zayıflama niyetine girdim ve son 2.5 aydır toplam 7 kilo kadar verdim. Buraya gelirken de “Sivas’ta hamur ve etle beslendikten sonra Akdeniz mutfağına gidiyorum, oh mis, çok sağlıklı!” diyoridis. Ama arkadaşlar uyardı “bak, Yunanlar da senin benim gibi sefa pezevengi, gelsin mezeler gitsin uzolar şaraplar, aman dikkat” diye. Dün akşam demek istediklerini anladım. 4 Yunan arkadaş ve ben yemeğe gittik, masaya peynirli bir meze, ıspanakgillerden bir şey, kuzu ızgara, patates kızartması, salata ve tatlı niyetine karpuzi ile yoğurt üstü bal+fındık geldi. Bu saydıklarımdan hangi ikisinin masada kaldığını ve hatta hangi birine hiç dokunulmamış olduğunu tahmin etmek isteyen? Ispanakgilin yarısı yendi –ki onu da ben yedim zaten neredeyse-, salataya da hiç dokunulmadı! Onun üstüne etsiz yemek olmayacağına ilişkin muhabbet de gırla zaten. Çok yanlış tanımışım Yunanları çok...