2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

2 Mart 2010 Salı

Merak Ettim De... #1

Bugün bir Kürt Soykırımı gerçekleştirsek, 90 yıl sonra "İyi de o zamanlar Kürt çeteleri vardı, dış mihrakların kışkırtmasıyla Türklere saldırıyorlardı, onlar da 30000 vatandaşımızı öldürdü, savaş haliydi" vs. diye savunur muyuz?

Hürriyet ile İngilizce'yi Unutuyorum - Ders 1

Efendim, Hürriyet Gazetesi "gerçekleri çarpıtma", "insanları galeyana getirme", "gizil faşizm propagandası" gibi değerli faaliyetlerinin yanında bir hizmete daha başladı: İngilizce'yi unutturma.
Konu ne mi? Fenerbahçe maçının hakemi Fırat Aydınus, orta düzeyde İngilizce bilmeli imiş, fakat bir pozisyonu açıklarken oyuncuya "You haven't ball" demiş, rezaletmiş. Ya ne diyecekmiş? "You couldn't take controll the ball."
Esas dert şu; Hürriyet Spor Sayfası Müdürü Ercan Saatçi fanatik Fenerbahçeli, o yüzden de nereden açık bulsak durumu var.
Biz lafı bağlayalım fazla uzatmadan: Hakem maçın heyecanıyla yanlış bir şey demiş, ya metni yazan adama ne diyeceğiz o zaman? What a cucumber you're? Buyur buradan yak.

1 Mart 2010 Pazartesi

Batıyor Kardeşim #5 - Türk Olmak

Grizu Darbe Planı'nın yaratıcısı Asım Yıldırım vukuatı tek değil tabii, kendisinin bir aralar forward e-mail çılgınlığı ile coşan bir "Türk olmak" videosu vardı. (link) O videonun üslubundan içeriğine çok şey batmakta bana, ama en güzel cevabı aşağıdaki gibi vereceiğimi düşündüm "ateşe ateşle karşılık ver" hesabı.


"Türk olmak tarihi biliyormuş gibi yapıp bilmemektir. Türk olmak, "borcunu ödüyoruz" diye şikayet ettiğin Osmanlı Devleti'nin 600 yıllık tarihiyle övünmektir. Osmanlı Devleti'nin yükselişini özene bezene anlatıp düşüşünü üstünkörü geçtikten sonra "İnsan tarihini bilmeli, ders almalı!" gibi beylik laflar edebilmektir. Türk olmak "16 devlet kurduk tarihte" deyip, o kurduğu 16 devleti de yıkmış olduğunu es geçmektir. Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda şehit olanların sayısını her on senede bir birkaç kat arttırmaktır Türk olmak. Türk olmak, Kurtuluş Savaşı'nda gelen Rus yardımlarını unutmak, " ne diplomasisi, tam bağımsızlık höyt!" diye bağırabilmektir. Şeyh Bedrettin'i, Pir Sultan'ı, Edibali'yi, Kaygusuz'u bilmemektir, Nazım ile Necip Fazıl'ı kutuplaştırmaktır. Türk olmak, göçebe yaşayıp devlet(!) kurabilmektir; Talas, Mohaç, İstanbul ekseninde yaşamaktır tarihi.

Türk olmak, memleketteki bütün sorunların dış mihraklar sebebiyle çıktığına inanmaktır. Dış mihrakların olmadığı yerde iç mihrak yaratmaktır Türk olmak. Vatandaşını kendisinden aşağıda görebilmek, başarılı olanı ise "kesin satılmıştır bu" diye yargılayabilmek, aşağı çekmektir.

Türk olmak kendinle sürekli çelişebilmektir. Türk olmak, etrafa "biraz şüpheci olacaksın abi!" diye bilgiçlik taslarken, tüm komplo teorilerine sorgusuz sualsiz inanmaktır. Bir tek Yahudi bile tanımadan "Yahudiler tüm dünyayı yönetiyor oğlum!" diyebilmektir. Türk olmak, Ermeni Soykırımı konusunda "100 yıl önceki şeyden dolayı ben niye özür diliyorum ben mi yaptım?" dedikten sonra, "Yahudileri biz kurtardık olm Nazi soykırımından kaç yıl önce!" deyip övünmektir. Türk olmak, çoğu teçhizatını Amerika'dan satın alan bir ordunun bizi Amerikan emperyalizmine karşı koruyan yegane güç olduğuna inanmaktır. Türk olmak, Amerika'nın 11 Eylül'ü kendi düzenlediğine inanırken, Türk ordusunun "asla cami bombalamayacağını" savunmaktır.

Türk olmak farklılıklara tolerans göstermemektir. Kürtler çok milliyetçi diye şikayet edip kendin milliyetçi olmaktır Türk olmak. "Bunlar Müslümansa biz neyiz?" diyerek dini tek doğru haline indirgemektir, fakat bir yandan da din ve devlet işlerinin ayrılığına inanmaktır. Türk olmak "ne mozayiği ulan mermer!" diyebilmektir. Türk olmak, "laik" bir devlette "misyonerliği suç ilan edebilmektir. Türk olmak, rahip, papaz, şaman, dede vs. tanımamak, imamın varlık ve birliğine inanmaktır.

Türk olmak, sürekli benimseyici, sahiplenici olmaktır. Türk olmak, 72.5 milletin aslında Türk olduğuna can-ı gönülden inanmaktır.

Türk olmak değişebilmektir, çok yüzlü olmaktır. "Üç verdik üç alacağız", "demokrasi amaç değil araçtır", "kanlı mı olacak kansız mı?", "Dersim'de analar ağlamadı mı?" dedikten sonra demokrat olabilmektir. Geçmişte "şeriatçı bu, çağdaşlık karşıtı, Avrupa Birliği'ne girmemizi engelliyor" dediğin adama, 10 sene sonra "Ne güzel adam, bak AB'ye de karşı" diyebilmek, onunla aynı söylemi paylaşmış adama "hem şeriatçı hem de AB'ci!" diye kızabilmektir Türk olmak.

Türk olmak, (kendi) kutsal değerler(in)e sahip çıkmaktır. Kendi kutsalında olmayan Yahudilik, Hristiyanlık vs. dinleri; siyahi, Asyalı vs. etnisiteleri, Ermeni, Rum gibi milletleri aşağıladıktan sonra laf Türk'e ve İslam'a gelince aslan kesilmektir. "Biz benzemeyiz kimseye!" diye övünmek, dışlanınca sövmektir; "Birimiz Dünya'ya bedeliz!" diye böbürlenip "Hep hor görülüyoruz, kimse bizi sevmiyor" diye üzülmektir Türk olmak.

Türk olmak, ordusunun dünya çapında başarısıyla övünüp, "Her Türk asker doğar" deyip; o övünülesi ordusundan üyesi olduğu NATO yararlanmak isteyince çemkirmektir. Asker/erkek doğduğu halde, askerlik dönemi geldiğinde bin dereden su getirerek zorla askere gitmektir Türk olmak.

Türk olmak, düşünce özgürlüğüne saygı duymaktır, ama sadece saygı duymak. Düşüncelerinden dolayı eleştirilince "Hani özgürdüm!" diye bağırmak, kavramları karıştırmaktır. "G.te g.t denir" lafını türlü meclislerde alıntılayıp, sonra birisi ona "faşist" deyince ortalığı velveleye vermektir. Türk olmak "Tek vatan, tek halk demek faşistlik mi?" diye sormaktır (ein Volk, ein Reich) nedir ne değildir bilmeden. Ama Türk olmak, aynı zamanda da vatanını onun sevdiği gibi sevmeyeni "vatan hainliği" ile kolayca etiketleyebilmektir, hatta "Ya sev ya terk et" diye kovmaktır "ama ben de seviyorum ki?" diyeni.

Türk olmak hafızasını yitirmiş olmaktır. Yakını şehit düştüğünde "Vatan sağ olsun!" demek, bir kere de "Yahu bu vatan niye 30 yıldır sağ olamıyor ki?" diye sormamaktır. Türk olmak "Yahu kaç yıldır ilerleyemedik" diye şikayet edip, ardından "bir darbe daha gelse", "din elden gidiyor aman" diyebilmektir. Türk olmak, ekonominin kötülüğünü o anki iktidar partisine mal etmek, bir kere bile "bizim ekonomi hiç iyi olmadı ki yahu kaç yıldır?" dememektir. Türk olmak, onu manipüle etmek isteyen köşe yazarlarına, siyaset ve kanaat liderlerine vs. şüphesizce inanmaktır, kendi düşüncesini oluşturmamaktır Türk olmak. Ayran gönüllü olmak, iki güzel söze hemen kanmak, hamaseti her şeyden üstün tutmaktır. Türk olmak, "Kahrolsun X, kahrolsun Y, kahrolsun Z!" dedikçe omuzlara alınmak, "Birader niye kahrolsun bir dur düşün?" diyenin üstünde tepinmektir.

Türk olmak, sürekli paranoyak, sürekli unutkan; ama bir o kadar da kendinden emin olmaktır. Türk olmak, dört harften sorgusuz sualsiz gurur duymaktır. "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!" diye kükreyip, payidar kelimesinin anlamını bilmemektir Türk olmak. İnsanı değil, devleti yüceltmektir. İnsan haklarını temel alan değil, insan haklarına "saygılı" bir anayasa altında yaşayıp, o anayasayı 30 yıldır değiştirmek için kılını kıpırdatmamaktır Türk olmak."

Bu liste uzar gider, lafı bir yerde kesmek icap eder.

25 Şubat 2010 Perşembe

Halimem Reloaded

Komünal'de daha önce ıslıkla türkü çaldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan profesörden bahsetmiştik, 1 yıl falan oluyor. Kendisi bu zaman zarfında aklanmış, aynı suçtan bir daha hakkında dava açılmış ve en sonunda hak ettiği kınama cezasını almış.
Akademisyenlerin böyle mesleki rekabet içinde olması gerçekten göz yaşartıcı. Tıpkı siyaset ve yargıda olduğu gibi, eğitimde de belli bir seviyeyi tutturmuşuz demektir bu.

Grizu Darbe Planı

Komplo konusunda Samanyolu TV çıtayı yükseltmiş. Radikal'in haberine göre, spiker Asım Yıldırım dün meydana gelen grizu patlamasını geçen yılki maden kazası ile ilişkilendirip "Ne zaman askerler tutuklansa maden patlıyor"a getirmiş lafı.
Bu komploculuk güzel meslek de, bazen temel konularda şaşırıyor. Şimdi, asker bu patlamayı tertip etse, amacı ne olur? Gündem değiştirmek. Başka bir fayda sağlar mı? Hayır. Türkiye gibi gündemin 24 saatte 3 kere değiştiği bir ülkede, böyle bir eylemde bulunmak akıl kârı mıdır? Harcanan emeğe değer mi?
Başı ağrıdığında hocaya gidip dua okutan, vücudunun her noktasına muska yapıştıran bir toplumun, akılcı açıklamalar yerine böyle sürekli bir "gizem havası" içindeki şeylere koşmasına şaşırmamak gerek.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Bir Oktay Derelioglu vardi, ne oldu ona?

Özellikle orta okul ve lise yıllarında lig maçlarını izlemek için ekseriyetle mahalle kahvehanelerine gider, tuttuğum takımın galibiyetine önem verdiğim kadar içinde bulunduğum ortamı da gözlemeye dikkat gösterirdim. Daha sonraları yurt dışında kaldığım zamanlarda da Türklerin bolca yaşadığı yerlerde bu tür kahvehanelerde çok maç izlemişliğim vardır. Örneğin 2006 yılında Berlin'deki bir Türk bakkalının arkasındaki çakma kahvehane - o semtte maçı yayınlayan bulabildiğim tek yerdi ve maç ortamına girmek için çeşitli ürünlerin arasından geçmek gerekiyordu. Ancak tüm o ürünleri atladıktan sonra ulaşılan yer tam bir yurdum kahvehanesiydi. Bolca sigara dumani, masaların üzerinde dağılmış gazeteler, kimi yerde tavla, kimi yerde iskambil kartları. En önde tavana yakın bir yerde asılı televizyon, ve her atakta en ön sırada oturup ayağa kalkar kalkmaz hemen oturan ben. Bir de bu tür ortamların vazgeçilmez elemanlarından birisı, en arka masada gün boyu oturan, çok az konuşan, genelde kalın bıyıklı ve gözlüklü, sigarası elinden düşmeyen, orta yaşını geçkin bir bilge insan. Yine bir atak sonrası ben tuttuğum takımımın klasik sorunu gol atamama sonucu krizlere girerken, arkadan bilge amcanın sesi yükseldi: "Bir Oktay Derelioğlu vardı, çok yetenekli oğlandı, ne oldu ona?"
Bunca zaman sessizliğini koruyup kahvehanenin geri kalan kısmına karizmasını kabul ettirmiş amcamızın bu çıkışına yandan birisi "Amca o adam Beşiktaş'tan gideli çok oldu yahu... Adı sanı unutuldu... Ne çakardı ama..." diyerek amcayı günümüz dünyasına tekrar getirdi.
Bu anekdotu niye anlattım? Son haftalarda Türkiye'de yaşanan gelişmeler bana Berlin'deki bilge amcayı hatırlattı. Kendi kendime geçenlerde bir gün"Bir AB davası vardı, ne oldu ona?" diye sordum. Daha sonra bu soruya "Bir Kürt davası vardı, bir çok kişiyi hapse atmışlardı, ne oldu ona?" takip etti. Ardından da "Bir ekonomik kriz vardı, bizim ekonomi küçülmüş ve bir çok insan işsiz kalmıştı, ne oldu ona?" geldi. Ve bu sorular elbette bitmedi. "Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıracaklardı, ne oldu ona?" ya da "Her gün anayasa değişikliğinden bahsediliyor, son sekiz senedir ne oldu ona?" gayet tabi gelebilir.
Bunca gündem karmaşası içinde siyasete bir futbol benzetmesi yapmadan geçemeyeceğim. Tuttuğum takım doğumumla birlikte bana gelen anne ve baba gibi bir kavram olduğundan her koşulda kazanmasını, gol atmasını, saldırmasını bekliyorum. Fanatiklik masumane bir şekilde gözlerimi körelttiğinden oturu futbolu güzelleştiren şeyleri geçip ne olursa olsun takımımın kazanmasını istiyorum. O yüzden yıllardır Beşiktaş'a bir siyahi forvet gelse de kurtulsak diye ümit etmekteyim. Türkiye siyaseti de istesek de istemesek de hemen hemen her Türk vatandasının içine doğduğu ve belirli bir noktada ihmal edemediği bir olay. En apolitik insanlara kadar uzanabilen bir durum. Politikadan zerre kadar hazzetmesem de aynı tuttuğum takım olayındaki gibi artık Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu durumdan kurtulması için bir mucize beklemekteyim. 1980 sonrası giderek apolitikleşen Türk gençliği de böyle bir beklenti içerisinde gibime geliyor. AB'ye girsek de kurtulsak Kürt sorunu çözülse de kurtulsak, ya da darbeciler tamamen temizlense de kurtulsak gibi. (Seçim yasası değişse de kurtulsak da iyi bir aday bu liste için.) Hoş, sadece gençlerin değil, ancak daha fanatik bir şekilde politika aktörlerinin de böyle bir tutumu yansıttığını düşünüyorum (kimileri holiganlaşarak hatta). Ve yine tuttuğum takım olayındaki gibi Türkiye'nin demokrasisini ileri götürecek esas adımlardan ziyade politikanın forvet hattında taraftarlarını güldürecek hareketler görmekteyim her geçen gün. Maç öncesi ısınma hareketlerinde kavgaya tutuşan futbolcular gibi bizim kurumlarımız, amaç hakkıyla mücadele ve iyi yönetim olmadıktan sonra kim daha iyi tribünlere oynuyor o önemli oluyor nitekim. Yargı hem bağımsız hem tarafsız olmalı gibi kulağa güzel gelen laflar, bir futbol hakeminin eline sözlük gözüne gözlük sloganından farksız aslında.
Konuyu futbol aracıyla basitleştirdiğimi düşünebilirsiniz. Ancak bunca tozun bulutun içinde bana görünen en açık şey fanatikliğin had safhalara ulaştığı ve amaçın Türkiye demokrasisini ve yönetimini nasıl geliştirebilirizden ziyade "bu demokrasi denen maçı ne yollardan bizim takıma kazandırırız" zihniyetinin herşeyden üstün olduğudur. Diğer bütün maçları önemsiz sayıp sadece derbileri kazanarak büyük takım ilan ediyoruz ya tuttuğumuz takımları, yandaşı bulunduğumuz görüş ya da kurumlara da öyle yaklaşıyoruz kanımca. Fakat bu sefer gözümüzün körlüğü ne masumane ne de dışarıdan bize empoze edilmiş bir şey. Aksine, gözlerimizi bilerek açmayışımızın sebebi tamamen çıkar çatışması. Dün sen fişledin, bugün ben; yani son derbiyi sen kazandın, şimdi ben kazanacağım anlayışı. Ne de olsa siyasetin oynadığı tribünler iyi yönetimden ziyade derbi maçlarını kazanmanın herşeye değer olduğu görüşüne çok daha meyilli.
Bugünlerde konumuz yargı ya, ben de bir bilge amcalık yaparak bitireyim yazıyı: "Bir Pierluigi Collina vardı, 100 metre öteden görürdü faulu, ne oldu ona?"

23 Şubat 2010 Salı

Türkiye Tipi Demokrasi - #2

AKP Çorum Milletvekili Ahmet Aydoğmuş: "AK Parti iktidarına karşı çıkanların kanını tahlile yollamak gerekir." (link)

Batiyor Kardesim #4 - Parti

Yok, gençler heveslenmesin, "Türkiye'de partiler çok kötü ywaa, dans etmeyi bilmiyolar hiç" tadında bir yazı olmayacak bu, bana batan o partiler değil. Siyasi partiler. Keza "Ya Baykal da gitse Türkiye kurtulur." gibi bir zevzeklik de değil bu yazının amacı. Hedef kitlem sen, ben, o; takım tutar gibi parti tutanlar.

Eskiden beri süregelen bir anlayış var: "Biz 3 kuşaktır X partisine oy veriyoruz." E bravo? Demek ki 3 kuşaktır bir milim yontulmamışsınız. Bir de daha trajiği var aslında: "Benim dedem de CHP'ye oy veriyordu." Birader dedenin zamanında başka parti yoktu ki?

Bu genetik particiliğin haricinde bir de sosyal statü bazlı olan var. "Üniversite mezunu adamlar AKP'ye oy veriyor, cık cık cık" Üniversiteye de Andımız okuyarak başlıyoruz ya, ondan herkes CHP'ye oy vermeli. Bu sosyal statücülüğün bir de şaşkınlık olarak tezahürü var ki, ilkinden de beter: "Benim çevremdeki kimse AKP'ye oy vermedi, nasıl aldı her iki kişiden bir oy??" Türkiye'nin nüfusu 200 ya, paşamın çevresi haricinde yaşam formu yok.

Kutuplaşma var, ama kutuplaşmayı teşvik eden de gene kutuplaşmadan şikayet edenler. "Milleti birbirine düşürdüler" diyen kişiler, aynı gün içinde beni hem Fethullahçı, hem de ulusalcı, hem de bölücü yaptılar zamanında (Tuncay Güney çatlasın.) Nasıl becerdim bunu? Önce AKP'nin reformlarının kimisini savundum, sonra AKP'yi eleştirdim, sonra da Kürtlerin haklarından bahsettim. Kendi halinde salınan bir liberal olarak 24 saat içinde kabul etmediğim 3 etiketle taraftan tarafa koştum. Sakal bırakmış olmanın da etkisi vardı tabii. Zaten bu sakalın hangi seviyede ne olduğunu hiç anlamıyorum: Hafif çıkınca MHP'li, biraz uzayınca dinci, biraz daha uzayınca komünist oluyorsun, çok fena.

Bu kutuplaşma olayı seçim zamanlarında enteresan bir şekilde vücut buluyor. Şunu duydum bak: "CHP'ye, olmazsa MHP'ye oy verin." Yani "bir sol partiye, olmazsa bir aşırı sağ partiye oy verin." Sonra CHP'liye faşist diyorsun, kızıyorlar. Oy verin dedikleri partide Ökkeş Şendiller gibi tescilli bir eski solcu katili var. Sormazlar mı "takiyenin harbisini sen yapıyorsun, AKP'ye niye kızıyorsun ki o zaman" diye?

Klasik tabirle denir ya "takım tutar gibi parti tutmak" diye, hakikaten öyle. Takımın kaybedince söv, eleştir, ne yönetimden ne teknik direktörden ne futbolculardan memnun ol; ama sonra gene tıpış tıpış git o partiyi savun. Niye? Eğer görüşlerine uymuyorsa, yaptıklarından memnun değilsen neden kendini bir parti ile tanımlama ihtiyacı duyuyorsun ki? 4 büyüklerden birini tutmak zorunda mısın? Daha da kolayı, takım tutmak zorunda mısın? Hakem olmak çok mu zor? Bir iki kitap oku, oyunun kurallarını öğren, tamamdır iş.

Batıyor kardeşim, akıl kullanmadan, korku, heyecan, gelenek, abi-abla tesiriyle parti seçmeniz batıyor. Birey olun, beni yaftalamayın; öyle konuşalım.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Türkiye Tipi Demokrasi

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan: "40 sene onlar fişledi şimdi biz onları fişliyoruz." (link)

Milliyetçi Kesimin Parola Takıntısı

Parola dediğimiz şeyin formülü basit: Bir sayı ve bir harf. İlkokul sınıfı gibi. Zaten göreceksiniz ki, zeka olarak da çok ileri bir düzeye gitmiyor bu işler.
Bu parolalara en çok Ermeni Soykırımı konusunda rastlıyoruz. Efendim, mesela Ermenilerin 4T planı var: Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak. Ermenilerin bu planı Türkçe yapmış olmaları özellikle dehşete düşürücü. Her ne kadar hiçbir Ermeni mercii bu ve bunun gibi bir planı dile getirmemiş olsa da, milliyetçi kardeşlerimiz tehlikenin farkında.
Tabii 4T konuyu açıklamak için yeterli olmayacağından bir de 6T var, lakin o İngilizce tezahür ediyor "6Ts of the Turkish - Armenian Conflict" başlığı altında: Tumult, Terrorism, Treason, Territorial Demands, Turkish Suffering and Losses, Tereset. Burada esas güzel olan, 2. 3. ve 5. maddelerin aslında hep aynı şeyden, Ermeni çetelerin yabancı desteğiyle Türklere saldırıyor olmasından bahsetmesi. Aslında bunu da 4T ile açıklayabilirmişiz ama etkisi az olurmuş. Ha, bir de Tereset Temporary Resettlement, yani geçici yeniden iskan. Ama ne hikmetse giden dönmemiş, pek de geçici olmamış bu. İş kazası diyelim.
"Bayram değil, seyran değil bu tespit nereden çıktı?" diyebilirsiniz. Bahçeli, günümüz Türkiye'sini de formüle etmiş de ondan: 7K. Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku, Kutuplaşma, Kavga, ve Karanlık imiş bu tahribat planının açılımı. Tabii kargaşa ile kaos eş anlamlı olduğundan burada da ufak bir semantik sorunumuz var, 6K ile kapatabilirmişiz olayı. Bu kriz zamanı boşa israf olmuş.
Tabii Bahçeli esas tehlikeyi fark edememiş, ben açıklayayım: 3K. Bu da Bahçeli'ye gülen şeylerin baş harflerinden oluşuyor. Kargalar, komünistler ve kitako'm*.
Yazımıza sayın Bahçeli'nin lineer cebiri yeniden yazdığı video ile son verirken (link - kitlenin girdiği şok ve kendisinin inanmışlığı da harikulade gerçekten), kendilerine esenlikler diliyoruz.
*Swahili dilinde oturma organı.