2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

10 Mart 2009 Salı

Boya Badana (II. Kısım)

Siteye biçim ve renk verebileceğimiz aşamaya geldik bence. Beni düşündüren bazı konular: 1. Komünal İşkembe ile Reklam arasındaki bağlantı nedir? Reklamdan gelir elde ederse Komünal İşkembe bunu komünal yollardan seçilen bir hayır kurumuna bağışlayabilir mi? veya benzer bir şekilde sosyal bir amaç için kullanabilir mi? Gerçi dedem bütün Kurban Bayramı bağışını Deniz Feneri'ne verip haberleri izlerken sonra üzerine soğuk su içmek zorunda kalınca (dedem akşam yemeğini her zaman mutfakta akşam bültenlerini izlerken yer--hayatının vazgeçilmez iki temel taşıdır akşam bültenleri ve tam saat altıda yenilen akşam yemeği), hayır kurumlarına şüphe ile bakar duruma geldim. 2. Peki başka sitelere insanları yönlendirebilir miyiz? Okuyucularımızı başka bir makaleye yönlendirmemiz masum olabilir ama en sevdiğim kitaplar hakkında bir liste yapsam sonra amazon'un sitesinin linkini koysam yazıma... Bu Komünal İşkembe'nin içine katılması uygun, etik bir malzeme midir? 3. Etiketler (label) listesi başını aldı uzuyor uzuyor uzuyor uzuyor. Daha genel başlıklar altında toplayalım mı etiketleri? Örnek: Ana başlık: siyaset. Siyaset altındaki alt başlıklar: AKP, Demokrasi vb. 4. Keşke aramızda Karikatür çizenimiz olsa. Var mıdır? 5. Photoshop programı bağımlısı olarak siteye değişik başlıklar (header) yapmak istiyorum. İzin var mı? İzin alma yok mu? Komünal demek nedir? Herhangi bir renk, biçim talebi var mıdır? Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

Demokrasi Anlayışı

İstanbul'da Kemal Kılıçdaroğlu'nun propagandasını yapan "Organize Dürüstlük" temalı bir billboard'un yanına, Kemal Kılıçdaroğlu'nun anti-propagandasını yapan "Dosyacı Kemal'in Dosyası" billboard'u asılmış. Biz buna demokrasi diyoruz. Ama Kılıçdaroğlu farklı düşünüyor. Milliyet gazetesi de bunu "saldırı" olarak nitelemekte sakınca görmüyor. Kılıçdaroğlu yolsuzluk ortaya çıkarırken "halk kahramanı", onun hakkında "yolsuzluk iddiası"nda bulunulunca saldırı. Burada AKP'nin demokrasi anlayışını eleştiriyoruz, daha çok taze iki örnek var: bilime müdahale, ve de "gözaltı değil yahu, kontrol altı" adı altında kişilik hakkı ihlali. Anamuhalefet partisinin de demokrasiden anladığı ortada. Sonra çıkıp "Türkiye'de demokrasi yok" diyenleri "satılmışlık"la, "Batı'nın uşağı olmak"la suçluyoruz. Yahu şu son iki günkü gazeteleri okuyun sadece, ve düşünün. Bizim demokrasiden anladığımız ne? Hala daha erken 20. yüzyıl demokrasi anlayışındayız. Halk bir partiyi seçer, seçilen parti "Tamam ben iktidarım, kapayın çenenizi ve itaat edin" der. Bu demokrasi anlayışı tarih oluyor artık, "çoğulcu demokrasi" var, azınlık haklarının savunusu, toplumun tüm kesimlerinin kucaklanması esas... Tabii biz, darbeler sağolsun, gelişmemiş/ilkel demokrasiyi yeni yeni benimsediğimiz için, güncel demokrasi anlayışını yakalamamıza yıllar var.

Evrimleş!

Darwin'in doğumunun 200. yılı ve ünlü kitabı "Türlerin Kökeni"nin yayınlanışının 150. yılı olması sebebiyle, UNESCO 2009 yılını "Darwin yılı" olarak ilan etmişti.
TÜBİTAK Bilim Dergisi de Darwin'i Mart ayı sayısının kapağına yerleştimek istemiş. Şimdi önce karmaşıklığa mahal vermemek için TÜBİTAK'ın hukuki statüsünü tanımlayayım. TÜBİTAK idari teşkilatta "hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşu" olarak geçer. Bunlara örnek olarak TRT, RTÜK, BDDK'yı falan verebiliriz. Elbette hepsi farklı bir hizmete özgülenmiştir. Bu kuruluşlar "BAĞIMSIZ idari otoriteler" olarak tanımlanırlar. Bir kere tanımsal olarak bir sorunla karşı karşıyayız zaten; bağımsızsa idari değildir, idariyse bağımsız değildir. Anayasa 127'de idari vesayet yetkisiyle bunların üzerindeki denetim de meşrulaştırılmıştır. Elbette kast edilen aslında siyasi otoritenin baskısı değildir ama hukukta her zaman açıklar mevcuttur. Hukukta açık olmasa bile siyasi otoritede ahlaksızlık mevcuttur.
Haber şu:
Ülkenin biliminin TÜBA'yla birlikte can damarı sayılan kuruluşun, bilimsel bir makale yayınlaması engellendiği yetmiyormuş gibi, bunu yapmaya kalkan da görevden alınıyor. Neydi bunların adı: "BAĞIMSIZ idari otorite"
Nisan sayısında Harun Yahya'nın portresinin olduğu bir kapak, onunla ilgili bir makale ve promosyon olarak da Harputlu İshak Efendi'nin "Cevab Veremedi" isimli eserini bekliyorum yeni yayın yönetmeninden.  

9 Mart 2009 Pazartesi

Milliyet Online Gazete Editörü Aranıyor

Hem de uzun zamandır. Hani tamam, hızlı habercilik adına yapılan imlâ hataları olabilir, noktalama işareti unutulur falan; göze batar ama göz ardı edilebilir. (ironi?) Ama böyle bir hata yapılmaz be arkadaşım, yuh yani. Haber bu. Haberdeki metin de bu: "Gazete, diplomatik çevrelerin, Obama'nın Türkiye ziyaretinin Erdoğan ile İspanyol karşıtı Jose Luis Rodriguez Zapatero'nun girişimiyle 6-7 Nisan'da İstanbul'da yapılacak Medeniyetler İttifakı toplantısı sırasında olabileceğini ifade ettiklerini de vurguladı." Gariplik göremediniz mi? Bir daha okuyun: "Gazete, diplomatik çevrelerin, Obama'nın Türkiye ziyaretinin Erdoğan ile İspanyol karşıtı Jose Luis Rodriguez Zapatero'nun girişimiyle 6-7 Nisan'da İstanbul'da yapılacak Medeniyetler İttifakı toplantısı sırasında olabileceğini ifade ettiklerini de vurguladı." İspanya Başbakanı'na "İspanyol karşıtı" diyebilmek büyük başarı. Tabii Yunanistan ile ilgili bir haber metni hazırlarken "karşıt" kelimesinin dimağa düşmesi normal, Freud hayatta olsa da değerlendirse keşke..

Dolar Artışı Üzerine Yürütülen Argümanlar

Burada uzun uzadıya tekrar tekrar ekonomik krizin nedenlerini, olası sonuçlarını falan anlatmaya gerek yok; konuyla azıcık ilgili bir insan artık finans ürünleri terminolojisine hakim durumda. Ama siz "Yok abi, anlat bakalım neymiş bu olay?" derseniz, ben de "Aha burada anlatılmışı var" derim. Üzerine yazmak istediğim konu kriz değil, Türkiye'de kriz ile ilgili yürütülen, gazetelerin okur yorumları bölümlerinde, ekşisözlükte, sağda solda duyduğum partizan "ekonomik kriz" yorumları. Ki 90'lı yılların devalüasyon furyası sağ olsun, dolar biraz kıpırdadı mı "Kriz geliyor" velvelesine sarılan, kriz = dolar artışı diye düşünen bir toplum olduk. 1.80 dedi mi insanların aklına "Taş gibi Rus kızı" değil de "dolar TL kuru" geliyor bugünlerde, biz de onun üzerine yazalım o zaman. Prolog. Mesela bir ara "Abi Türkiye'de herkes tuttuğu yastık altında tuttuğu dolarları bozdursa borcumuzu öderiz, düzlüğe çıkarız" efsanesi vardı. Sen bu adama "Hocam Türk Lirası'nın değeri o kadar artarsa ihracatçımızın beli bükülür, 1980 öncesi Türkiye'sinde, hemen hemen kapalı ekonomi modelinde değiliz, dalgalı kur benimsemişiz kaç zamandır" diyemiyordun, çünkü "Türk parasının değerenmesini istemiyor musun hain?" diyorlardı. Abartıyorum ama, hani şimdi doların değeri artıyor ya (tüm dünyada dolar değerleniyor, keza Avrupa ekonomisi kaç senedirki kısıtlı büyümesi ve de birliğe aldığı zayıf ekonomilerin de etkisiyle likidite sağlama açısından güven vermiyor, daha da böyle gider bu durum), benzer öneriler revaçta. En sıklıkla sorulan ve sorulacak soru şu herhalde; "Merkez Bankası dolara neden müdahale etmiyor? Faiz ayarlamakla iş bitmez!". Şunu açıklığa kavuşturalım; piyasalarda rakamlardan çok beklentiler önemlidir. Eğer enflasyonun yüzde 2 artmasını bekliyorsanız ve de yüzde 2 artış gösteriyorsa, piyasalar şoke olmaz, ama siz ekran başında şoke olabilirsiniz, sorun değil. Bu bağlamda konuya bakacak olursak, Merkez Bankası'nın, elinde ne kadar olduğu belli döviz rezerviyle piyasaya zırt pırt müdahale etmesi, güvensizlik ortamına yol açar, yatırımcı "Eyvah TCMB panikte, yangını karton parçasıyla söndürmeye çalışıyor" der, derinleşen güvensizlik ortamında kaçışlar artar, dolar iyice yükselir. Merkez Bankası'nın göndermesi gereken mesaj "Evet, dolar artıyor, ama her yerde artıyor; bizim beklediğimiz stabilizasyon seviyesi şu, orada müdahale ederiz". Bu ortamda doların 1.40 seviyelerinde kalmasını beklemek, ya da önceki psikolojik sınır 1.60'a bel bağlamak saçma olurdu zaten. 1.80 seviyesindeki müdahale normaldir. Dolar 2.00-2.05 görmeye kalkarsa çok daha ciddi bir müdahale yapılır, ama bu müdahaleye daha zaman var (şu anki şartlar devam ettiği takdirde), şimdiki güven tazelemenin yeterli olacağı kanaatindeyim. Başka bir efsane konu cari açık. Cari açık konusunda endişelenenler iki gruba ayrılıyordu: "Eyvah cari açık çok büyüdü, hep bu hükümet tüh tüh" diyenler ile, "cari açığı finanse etmek için dua etmekten (Harvard'daki bir konuşmada bizzat Mehmet Şimşek'in kullandığı tabirdir; "We will pray that oil prices come down" demişti, tabii o zamanlar subprime mortgage krizi bugünkü görüntüsünde değildi, daha az derdimiz vardı vs.) başka paketi yok hükümetin, Allah vere de yabancı yatırım kesilirse halimiz nice olur" diyenler. Bu noktada gene bir açıklama yapmak gerekli: Gelişmekte olan ekonomiler, sadece ulusal tasarruflarını kullanarak yatırım yapmazlar. Eskiden öyleydi, kapalı ekonomiydik, ulusal kumbaranın önemine inanıyorduk vs. Lakin artan entegrasyonumuzla birlikte, yatırımlarda yabancı sermaye kullanımının/payının artması da normal. Bir ülkenin büyüme sürecinde cari açığının olması, altını çizelim, normaldir. Cari açığın büyük olması, rakamsal niteliği değildir korkutucu olan. Borç almazsanız büyüyemezsiniz, sadece yerli sermayeyle büyüyemezsiniz, "yerli malı yurdun malı" küreselleşme öncesinde kalmıştır (Aranot: Hala daha yerli malı haftası kutlanıyor mu yahu?) Cari açık istendiği kadar büyük olsun, eğer ülke bunu yatırıma dönüştürüyorsa, büyüme sağlıyorsa ve de geri ödeme planı sağlamsa korkulacak birşey yoktur. Türkiye'deki antihükümet gözü kara propagandistlerin "cari açık çok büyüdü" demesi boş muhalefetti yani, ama bu açığı finanse etme planının "Doğrudan yabancı sermaye gelir, yatırımlar devam eder nasıl olsa, yak Kemal'cim puroları" olması korkutucu olandı, ki günümüz global kriz ortamında bu sebepten patlamamız olasıdır. Merkez Bankası'nın dövize müdahalesinde cömert davranmaması için başka bir sebep de budur. Rezervleri çarçur etmemek; keza döviz açığının finansmanı açısından yaşayacağımız olası sıkıntıları aşmak için güçlü bir rezerv yapısı şart (Bu noktada 2001 krizinden duacı olmamız gerek tekrar) . Dolar kuru artışı normal, küresel trend bu. TCMB'nin yapması gereken "Dolar artışını şu seviyede tutuyoruz, sabit kur hesabı" demek değildir; bilakis "Dolar artsa da hazırlıklıyız, no panik" mesajı vermektir. Piyasalara likidite sağlamak açısından yapılan faiz indirme müdahalesi de yerindedir o yüzden, ama bunların acısı değeri yitmiş para olarak çıkmaktadır. Merkez Bankası'nın "Hocam hem dolar artmasın, hem enflasyon düşsün, hem de piyasaya likidite sağlayalım, büyüme de devam etsin" deme şansı yoktur, bu model imkansızdır çünkü. Bu durumlar arasındaki tercihtir Merkez Bankası'nın elinde olan. Peki AKP'ye muhalefet etmek isteyen ne yapmalı? Ulusalcı hissiyata ters gelebilir, ama AKP'nin eleştirilmesi gereken en önemli nokta; seçimler öncesi oy kaybetme riskini göze almayıp IMF ile görüşmeleri durdurması, olası bir kredi akışını geciktirmesi/engellemesidir. Ama siz "IMF kaka, pis" derseniz, AKP'yi o şekilde eleştirmek istemezseniz, döviz artışıyla, cari açıkla falan uğraşmayın; çünkü o doğrultuda yürüttüğünüz argümanlar son x yıldır efektif olmadı zaten. Hatta o "ABD'nin uşağı" diye nitelediğiniz Kemal Derviş gerekli kamusal ve de açılımsal reformları gerçekleştirmeseydi, şimdi bir de yüklü bir kamu borcu finansmanı sorunumuz ve de güçsüz bir rezerv yapımız olurdu ki, hadi Türkiye kriz terminolojisiyle açıklayalım, doları 2.5/3'lerden topluyor olurduk muhtemelen.

AKP demokrasisi

Yorum yapmadan sadece linki vereceğim:
Bu arada aynı mitingde bir vatandaşın direğe çıkarak Tayyip'i protesto ettiği için, direkten indikten sonra AKP sempatizanları tarafından neredeyse linç edileceğini unutmayalım.

6 Mart 2009 Cuma

süper loto manyaklığı

Süper Loto dün gece açıklanan sonuçlarla birlikte 12. hafta devrine ulaştı. Devreden miktar tam olarak 34.150.274,17 tl olarak açıklandı. Geçen hafta devredilen miktara göre %50 civarında bir artış. Bu gidişle haftaya 45-50 milyon civarı büyük ikramiye olması bekleniyor.
Bu durumda, her zaman yapılan "ah bütün kolonları oynanayım, kesin çıkar" taktiği geçen hafta itibariyle geçerli oluyor. Şöyle hesaplayalım: Süper lotoda olabilecek tüm kolonların sayısı (54!)/(6!x48!) = 25 827 165. Bir kolon ücreti 1 lira olduğundan, 25 milyon civarında bir yatırım ile lotoyu kesin kazanabilirsiniz. Diyelim ki haftaya büyük ikramiye 45 milyona kadar cıkacak. Sizin oynamanızla eklenecek 25 milyon ile büyük ikramiye 60-65 milyona kadar çıkacaktır. Yani tek bilen siz olursanız 35 milyonluk kazancınız olur. Sizinle birlikte bir kişi daha büyük ikramiyeyi kazanırsa yine kardasınız. Şansınız bol olsun...

4 Mart 2009 Çarşamba

İyi Şeyler de Oluyor Bu Memlekette

Hem de mesulu CHP bu fiilin. Nevruz ve de 1 Mayıs'ın resmi tatil olarak kutlanması için yasa teklifi verilmiş CHP tarafından. Her yıl seçim olsa keşke diyerek o murdar dilimle bu güzel haberi fazla kirletmeden noktalıyorum bu post'u.

301'in Önlenemez Düşüşü

Yazık oldu. Kapı gibi "Türklüğe Hakaret" suçumuza yazık oldu. Ne güzel önümüze geleni mahkemeye veriyor, yabancı basının ilgisini çekiyorduk. (Hep geriden gelip maç kazanacak, ya da Davos'ta isyankârlık yapacak değiliz ya!) Demem o ki, sadece Türklüğe hakaretten değil, Sorosculuk, satılmış solculuk, vatanı satma, liboşluk falan gibi suçlardan da yargılanması gereken İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran'ın TCK 301'den yargılanmasına Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin izin vermemiş. İki hain daha adaletin tarafsız ellerinden sıyrıldılar. Haber metninde olayın komedya boyutunu, biraz da hayal gücünüzü kullanarak idrak edebilirsiniz. Ben size başka bir link vereyim; Baskın Oran'ın, iddia ederim ki Türk yargı tarihinin en başarılı, en sarkastik ve okuması en eğlenceli yapıtıdır, ilk açılan davaya karşı mahkeme heyetine sunduğu Karşı İddianame.

Cinayet ve Riyakârlık

Davos'ta yaşananları uzun uzadıya anlatmaya gerek yok tekrar. İnsanlar espri olarak kullanabilmelerinden ötürü "Van minüts" ve de "Bir daha da gelmem Davos'a" cümlelerine takılı kaldılar, lakin onlardan daha ciddi, Peres'e aynı ciddilikte tercüme edilmeyen bir beyanat vardı orada gözden düşen: "Öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları da nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum." Sonrası malum. Benim dikkatimi çeken nokta ise şu: Youtube'da Erdoğan Davos diye arama yaptığınızda karşınıza ilk olarak çıkan 4 videodan 2'sinin başlıkları. ERDOGAN; DAVOS DA YAHUDI BASBAKAN NA HADDINI BILDIRDI. Recep Tayyip Erdoğan Leaves Davos Because Of Zionist Censorship (Recep Tayyip Erdoğan Davos'u Siyonist Sansürü Sebebiyle Terk Ediyor) Demeye çalıştığım şu: Erdoğan, Siyonist/Yahudi bir başbakana ağzının payını verdiği için kahraman oldu, Türkiye'de dahi politik muhalifleri destek verdi vs. Malum-u ilam aslında biraz. İkiyüzlülüğe gelelim şimdi. ICC (Uluslararası Ceza Mahkemesi) Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan Ahmet El-Beşir hakkında tutuklama kararı çıkardı. Olayı soykırım olarak niteleyip Beşir'i o şekilde yargılayacak yeterli kanıt bulunamadı, kendisi savaş suçlarından ve de insanlığa karşı işlenmiş suçlardan dolayı yargılanacak. Hükümet destekli milislerin 200.000 Arap olmayan gayrimüslime karşı Sudan'da yaptıkları en hafifinden etnik temizlik olarak niteleniyor. Tabii bu yargı süreci devam ederken, 21 Ocak 2008'de Ömer el-Beşir ülkemize gelmiş, tam teşekküllü devlet protokolüyle ağırlanmıştı. Muhalefetin bu konuda sesini çıkardığı tek nokta ise, Anıtkabir'de şeref defterini kendisinin değil yardımcısının, hem de başında kapşonla imzalaması olmuştu. Olay "Şeriatçı Başkanın Anıtkabir Ayıbı" diye lanse edildi kimi basın organlarında. Soykırım falan hak getire. Hal böyleyken, yukarıdaki metindeki 7 riyayı bulun. Bir tanesini ben söyleyeyim; benim ülkemce Çeçenler ve Filistinliler komunistlere ve Yahudilere karşı onurlu mücadele verirler; Müslümanlar öldürmeyi bilmezler ama Yahudiler ve komunistler bilirler. "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz"in küreselleşme ve "medeniyetler çatışması" eksenine eklemlenmiş hali böyle oluyor işte. Bir de şimdi düşündüm de, Sudan'da plaj olmaması sanırım Başbakan'ı haklı çıkarır.