2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
faiz lobisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
faiz lobisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2013 Perşembe

Fed'in açıklaması, kur ve büyüme üzerine

Dün doların 2.00 seviyesinin altına hızlı bir şekilde inişini anlamlandırmak çok zor değil: Fed Haziran ayında bono alım programını (quantitative easing ya da QE) bir noktada gitgide azaltacağını (ki bu elbet olacak) yarım ağızla söylemiş ve piyasalar haddinden fazla tepki vermişti buna. Dün 3 aydır yeniden inşa etmeye çalıştıkları güveni, Bernanke'nin "valla yok hocam öyle bir şey" (mealen) diyerek altını çizmesi üzerine en sonunda enjekte edince piyasalar Haziran'da verdikleri tepkinin aksini verdiler.

Gelişmeler ışığında bu yazıda üç şeyi, mümkün olduğunca teknik dilden uzak durarak, yapmak istiyorum:

1. Geçmişe dönük bazı söylemlerin ipe sapa gelmezliğini tekrar incelemek (hello, faiz lobisi)
2. Bu QE programının geleceğini incelemek.
3. Başçı'nın geçenlerde yaptığı blöfün/ultimatomun hakkını vererek, Babacan'ın dünkü açıklamaları ve ikinci maddedeki analiz doğrultusunda gene de ileride Türkiye'yi bekleyebilecek tehlikeye değinmek.

Faiz lobisine retrospektif bir bakış

Gene bu blogda daha önce hükûmetin yürüttüğü faiz lobisi argümanının ekonomik olarak neden geçerli olamayacağını uzun uzadıya açıklamaya çalışmıştım. Zaman geçtikçe bu "faiz" söyleminin anti-Semitik bir hâl alacağı endişem de gerçek olmaya başlayınca, faiz lobisi herhangi bir beğenilmeyen ekonomik gelişmeyi açıklayan deus ex machina olarak piyasaya sürülmeye başladı. Gezi zamanında bu soru kendisine yöneltildiğinde ahval ve şerait gereği "yok öyle bir şey, saçmalamayın" diyemeyen Babacan "onlar kendilerini biliyorlar"  gibi bir söylemde bulmuştu çareyi. Nitekim gene geçenlerde Babacan sine-i akl-ı selime dönecek ve "Gezi olayları olmasa da ekonomi dalgalanacaktı" açıklamasını yapacaktı.

Dünkü gelişmeler ışığında olaylara bir daha bakalım: Gezi sürecinin artçı şoklarını yer yer devam ediyor, Suriye konusunda hükûmetin yalnız kaldığı muhabbeti dönüyor, daha Ahmet Atakan'ın ölümünden sonra komplo teorileri sıcak sıcak piyasaya sürülürken, aaa, dolar düştü? Fed'in açıklaması ile hiçbir dış mihrak kalmadı nedense piyasada?

Umarım ki bu üç aylık süreçe geri dönüp bakıldığında olaylara arada Occam'ın usturası ile bakmanın ne kadar mantıklı olacağı anlaşılmıştır. Tüm dünyada tahvil faizleri yükseliş trendine girmişken Gezi olayları ile doğal bir tepki oluştu; Başbakan ve kabinenin garip açıklamaları bu güvensizliği arttırdı, üzerine Fed'in açıklamasına tepki geldi ve gelişmekte olan ülkelerden para çıkışı iyice hızlandı. Piyasalara güven verecek açıklamalar yapılmaya başlandı, Fed açıklamasını tersine çevirdi, gene gelişmekte olan ülkelerin para birimleri değer kazandı.

Hasıl-ı kelâm, dünya Türkiye'nin etrafında dönmüyor.

Fed neden dünkü açıklamayı yaptı? İleride ne olur?

Her şeyden önce, Fed'in Haziran'daki açıklamasına tepki zaten abartı idi. Bernanke'nin sözlerinden sadece QE'nin giderek azalacak olması kısmına odaklanılması, zaten sıkışan piyasaları paniğe sürüklemişti. Fed'in dünkü açıklaması, bir yerde geçmişe dönük yaşanan bu iletişimsizliğin telafisi.

Fed'in açıklamasını daha iyi anlamak için ABD datalarına bakmak lazım. Birincisi, her ne kadar enflasyon datasını tahmin etmek kolay iş olmasa da, enflasyon Fed'in tahminlerinin oldukça aşağısında en pesimist senaryoda dahi. İkincisi, işsizlik datasına dair gelecek tahminleri de çok tatmin edici seviyede değil. Fed faizleri işsizlik oranı %6.5'a gerileyene kadar arttırmayı düşünmüyor, ve de bu orana 2014'ün sonunda ulaşılması bekleniyor. Üçüncüsü, ABD'de en hafif tabirle şaklabanlık olarak nitelenecek bir "borç tavanı" sunî krizi var (cidden bizim 367 krizinden hallicedir) ve de Ekim'e kadar bu kriz çözülmezse ekonomiye malî politikalar bir darbe daha vuracak. Dördüncüsü, Fed'in "elbet giderek azalacak bu QE" muhabbeti dahi piyasaları tedirgin etmişken, daha doğrudan bir mesaja ihtiyaç vardı.

Bunun gibi daha başka açıklamalar da yapılabilir, fakat özetle ekonomik dataların Fed'in istediği seviyede olmaması ve geleceğe dair endişeler dünkü genişleme yanlısı açıklamaya sebep oldu ve piyasalar mutluluk ile doldu. Lâkin Ekim ayında Kongre'nin "borç tavanı" krizini ardında bırakması, QE politikasının doğal sınırlarına ulaşması* ve Aralık ayına kadar ABD ekonomisine dair gelebilecek olumlu datalar, Fed'in üç ay sonra başka bir ağızla konuşması anlamına da gelebilir. Zira QE elbet bitecek, ve piyasalar bunun farkında değilmiş gibi davranmaya devam ediyor.

Türkiye'yi ne bekliyor?

Öncelikle Türkiye'nin zaman kazandığı malûm. Türkiye piyasalarını faizlerden ve cari açıktan daha çok psikolojik gerginliğe sürükleyen bir fenomen "liranın değer kaybı" her ne kadar bunu homo economicus net olarak açıklayamasa da.

Burada Başçı'ya da bir parantez açmak lazım. Eğer Fed'in bu açıklaması ve piyasaların böyle tepki vereceğini öngörerek bu çok cüretkâr lafları ettiyse, kendisine büyük saygı duydum. Motivasyonu politik miydi, ne kadar bilgiye sahipti hiç bilemeyeceğiz belki de, ama şimdilik işe yarayacak gibi duruyor. Doları 1.92 seviyesine "rezerv eritmeden" indirmek mümkün olmayabilir, fakat MB'nin istediği seviyede stabilize etme şansı bu gelişmelerle çok daha fazla arttı. Tabii takvimin kesinliği Aralık ayında bir manipülasyon ihtimalini gene de orada tutuyor, bu riski de unutmamalı.

Fakat buna rağmen Türkiye'nin önünde ciddi yapısal sıkıntılar duruyor. Öncelikle, Türkiye'nin büyümesi bir süredir iki buçuk kaleme kilitlenmiş durumda: finansal kurumların faaliyetleri ve bunlarla alâkalı olarak artan özel tüketim ve kamu -ağırlıkla inşaat- harcamaları. Özel sektörün büyümede katkısı düşerken, gelen yatırımın niteliği de uzun vadeden gittikçe kısa vadeye dönüşüyor. Cari açık problemi "enerji yea" diye hafifsenecek bir boyutta değil. Neyse ki, hükûmetten bu temel endişeleri kapsayan ve ayakları yere basan bir açıklama geldi uzun bir süre sonra Ali Babacan aracılığı ile. Umarım kendisi kabinede yalnız değildir ve de Yiğit Bulut zıpırlığı ekonomi yönetiminin temel taşlarından biri olmaz.

Sonuç

Son gelişmeler finansman açısından bir rahatlama sağlasa da, Türkiye ekonomisinin kendini dev aynasında görmeyi bırakması gerekliliği sürüyor. İnşaat sektörünün ve kredilerin şişirdiği balona hava bulunamamaya başlandığı anda, Babacan'ın da belirttiği gibi ciddi bir kısır döngünün içinde bulabilir Türkiye kendini. QE bitene kadarki süreci büyümeyi şişrmek yerine yapısal bazı reformları yapmakta kullanmalıyız. Yoksa sadece rezerve/uluslararası dinamiklere güvenerek ekonomi/para politikası yürütmek pek sağlıklı değil.

*Link için @teslaon'a teşekkürler.

10 Haziran 2013 Pazartesi

"Faiz lobisi" üzerine

O kadar çok safsata gördüm ve duydum ki, bu yazıya nasıl başlayacağımı bile bilmiyorum. "Tahvil nasıl fiyatlanır?" diye sorsan muhtemelen boş boş suratına bakacak insanlar birden piyasaların piri oldu. Gezi parkı olayları, "faiz lobisi"ne bağlandı; ama bir kişi de çıkıp hangi mekanizma ile bunun çalıştığını anlat(a)mıyor. Şimdiye kadar bir tek Deniz Gökçe'nin açıklamalarına denk geldim, onda da çok güzel yuvarlamalar ve hatalar vardı zaten. En iyisi onunla başlayayım.

I. Gökçe'nin açıklamaları ve ne yaptığını bilmeyen faiz lobisi

Gökçe, muhtemelen saygınlığını kısa vade çıkarlarından önde tuttuğu için şöyle bir açıklama yapıyor: "Fakat ülkeye finans yatırımına gelen her kuruluşa faiz lobisi diyemeyiz. İster istemez bu kuruluşlar kolay para peşinde. Fakat ülkenin geleceğini düşünmeyen kötü niyetli kuruluşlarına bu benzetmeyi yapabiliriz." Böylece piyasaların nasıl çalıştığını kabul ederken, faiz lobisi denen olguyu niyet seviyesine indirgiyoruz, yıkıyoruz, çıkıyoruz.

Peki Gökçe'nin açıklamalarındaki gariplik nerede? Mekanizmayı açıklamasında: "Dış ülkelerden Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcılar sıklıkla yerel faizi artırmamız için bazen nasihatlar verirler. Çünkü faiz yükselirse Türk Lirası’nın dövize karşı değeri yükselir. Bu da dış yatırımcının işine yarar. Çünkü ülkemize yüksek getiriyi izleyerek gelen dış yatırımcı, ülkemizin parası değer kaybettikçe yüksek getiriden kazandığını, TL’nin dövize karşı değer kaybetmesi nedeniyle kaybetmek durumunda kalır. İşte getirisi kur değişmesine kurban gitmesin diye parazit yapan dış yatırımcıya ‘faiz lobisi’ diyebiliriz."

Şimdi çok temel bir soruyu sormamız lazım: Bir ülkenin siyasî/toplumsal istikrarsızlığa sürüklenmesindeki kısa vadeli yatırımcı tepkisi ne olur? Günlerdir ne tecrübe ediyoruz? Başbakan'ın her gerilimi arttıran konuşmasından sonra borsa endeksi düşüş gösterirken TL dövize karşı değer kaybediyor ve Merkez Bankası piyasaya dolar enjekte etmek zorunda kalıyor. Yani Gökçe'nin "faiz lobisi kazancı" diye öngördüğü mekanizmanın tam tersi işliyor. Ben bu yüzden, hala daha bu "faiz lobisi"nin ne yaptığını anlayabilmiş değilim. Sırf bu sebepten değil, şimdi anlatacağım diğer temel ekonomik prensiplerden ötürü de.

II. Tahvil nasıl fiyatlanır? Neden faizi artar?

Faizlere dair duyduğum ikinci komplo teorisi şuydu: "%5'in altına inmiş gösterge tahvil faizi, olaylar başladığından beri %7 seviyesine çıktı!" (data) Bu argümanı ileri sürebilen biri, hem dünya piyasalarından bihaberdir, hem de tahviller piyasalarda nasıl gelir amaçlı kullanılır farkında değildir.

Öncelikle şu gerçeğin altını çizeyim: Dünya piyasalarında son bir aydır tahvillere yöneliş var. Financial Times'in sitesinden, uzun vadeli tahvillerdeki 1 aylık getiri oranlarındaki değişime bakabilirsiniz. Yeşil çizgi 1 ay önceki oranlar, kırmızı en son. Fark ortada. Peki neden böyle bir yönelim var? Çünkü hem Japonya'dan gelen kötü haberlerin, hem Avrupa'daki kadim belirsizliğin, hem de Amerikan Merkez Bankası'nın standartdışı para politikası olan QE(quantitative easing)'yi bitireceğini açıklamasının global piyasalarda yarattığı bir pesimizm var. Amerika'dan güzel işsizlik haberleri geldi, ABD'nin kredi notu tekrar yükseldi de ABD borsaları biraz toparlandı bir haftadır. Yoksa Mayıs ayı, tüm dünyada borsa çakılması ile geçti. (Boyutu merak ediyorsanız, şu siteye gidin, sağ üstte bütün piyasa endekslerine ulaşacğınız minik bir applet var, oradan 1 month'i seçip sırayla US, Europe, Asia tıklayın)

Şimdi gelelim tahvil faizi muhabbetine. Öncelikle çok basit bir husus var: Tahvilin faizi arttıkça, ikincil piyasadaki fiyatı düşer. Arz-talep meselesi: %5 getirisi olan tahvili satın aldığında, piyasada aynı yapıda %7 getiri veren tahviller varsa, elindekini düşük fiyattan satman lazım ki o aradaki fark karşılansın. Peki bu ne demek? Eğer şu anda elinde tahvil tutan kişi ve kurumlar varsa, faizlerin artması onların zarar edeceği anlamına gelir.

III. Bankaların hâli: Mevduat faizi, kredi faizi, diğer yatırımlar

Şimdiye kadar iki şeyi gördük: 1. Faiz artışı, tahvilleri elinde tutan yatırımcılara zarar. 2. Faiz artışı, borsada oynayan yatırımcılara zarar. Peki faiz deyince akla ilk gelen kurum bankaların durumu nasıl?

Öncelikle şöyle bir makroekonomik gerçeklik var: Yükselen faiz, bankalara zarar ettirir. Neden? Çünkü tahvil faizi yükseldikçe, bankalar da kendilerini bu alternatif tasarrufa karşı cazip kılmak için kendi mevduat faizlerini yükseltirler. Fakat mevduatların olgunluğa ulaşması, kredilerden ortalama olarak daha kısa zamanlı olduğu için, oluşan mevduat faizi-kredi faizi farkı bankalara zarar olarak geri döner.

İkincisi, borsanın şu güne kadar zirveye oynamasındaki en önemli kuruluşlar bankalar. Eğer bankaların böyle bir rahatsızlığı olsa idi, kârdan gözleri kamaşmazdı herhalde. 5 Mayıs 2013 tarihli haberden bir pasaj alıntılayayım da, bugünkü mantığın daha iki hafta önce nerede olduğuu bir sorgulayın: "Bankalardaki yükselişi dipteki faiz de destekliyor. Gösterge tahvilin faizi yüzde 5’in altına indi. Faizlerdeki düşüşte en önemli faktörlerin başında yılın ilk üç ayında yaklaşık 7 milyar dolarlık yabancı girişi geliyor. Not artış beklentisi de faize yönelik tahminlerin aşağılarda oluşmasına neden oluyor."

Üçüncüsü, bankaların portföylerinde tuttukları menkul kıymetlerin %96.5'i kamu borçlanma senetleri. Yani madde II'de açıkladığım sebeplerden ötürü, bu gelişmeler de onlara zarar olarak dönmekte.

IV. Sonuç

Şimdiye kadar gördüğümüz şu: Faizlerin yükselmesi, bankalara kısa vadede zarar olarak dönüyor. Tahvil faizlerinin yükselmesi, şu anda elinde bunları tutan yatırımcılara zarar olarak dönüyor. Borsadaki yatırımcı bu ortamda zarar ediyor. Elinde TL tutan yatırımcı zarar ediyor. Be arkadaş, bu faiz lobisi nasıl bir şeytanîlik içinde?

Eğer illâ komplo arıyorsanız, size kıyağım olsun, şunları deyin bari:

1. Evet, bir lobi var, fakat bunlar halihazırda yatırımlarını çekmiş kurumlar. Ortam biraz sakinleşecek beklentisi içindeler, o yüzden de uygun ortamda tekrar piyasaya girmek istiyorlar. Olayların provokasyonu bu yüzden.

2. Evet, bir lobi var, fakat bu ihracatçılar lobisi. Ülkenin ihracat kaleminin gelişmesi, ithalat kalemine kıyasla hep geride olduğundan, TL'ye biraz değer kaybettirip avantaj kazanmak istiyorlar, ondan olayları provoke ettiler.

3. Evet, bir lobi var, fakat bu mevduat sahipleri lobisi. Bankaların kısa vadede gireceği mevduat-kredi açmazından kâr sağlamak için bir mekanizma kurdular. (Tabii bu lobi inanılmaz geniş olduğu için, birkaç büyük oyuncu bulmanız lazım)

Deniz Gökçe'nin röportajında dediği haklı bir şey var: "İlk olarak tasarrufları artırmalıyız. Biz ülke olarak tasarruflarımızı artırırsak faiz lobisinin bir anlamı da kalmaz. Kendi yatırımlarımızı kendi tasarruflarımızla finanse eder hale geliriz. Bakın Almanya’ya, tasarruflar yüksek lobi falan da yok... " Tabii işin ironisi şurada ki, tasarrufların artmasını bir teşvik edici faktör de, evet doğru tahmin ettiniz, yüksek faiz oranlarıdır.

Ha, bir de lobilere suçu atmadan önce şunu düşünün: Yerli tasarrufu arttırma yönünde adımlar atmamış bir politika ve bunun sonucu olarak küresel şoklara açıklık; inşaata dayalı kalkınma ve bunun 1970'lerde olduğu gibi "tarım arazilerinin bitmesi" sıkıntısına elbet geleceği, cari açığa henüz tatminkâr bir çare bulunamaması, insan kapitalinin yetersizliği, takibe düşen kredilerin gittikçe artması ve tüketim bazlı ekonomik büyüme için verdiği olumsuz sinyaller... Bunların mesuliyeti kimdeyse, belki de lobinin başında o vardır. Faizler düşerken "biz düşürdük", yükselirken "faiz lobisi :(" diyenlerin, belki de sözlerinde örtülü bir kendilerinin de lobi olduğu iması vardır, ha?

Piyasaların kuralıdır: Eğer bir ülke olarak kırılganlık gösteriyorsan, yatırımcı sana göbeğinden bağlı olmadığından gözünün yaşına bakmaz.

Not: Bu "faiz lobisi" söylemini benimseyen iyi niyetli insanlar, kimlerle / ağız birliği / yaptıklarına / dikkat etsinler. Gezi parkı eylemine katılan ulusalcıları eleştirirken, yılların ulusalcı ağzına bürünenleri ve bu ağzın propagandasını yapanları bir kenara not etmek lazım.

Not 2: Daha önce Twitter'da Ekim 2011 Van depreminin arkasında faiz lobisinin olduğunu, fakat aynı faiz lobisinin referandum sürecinde Erdoğan'ı desteklediğini de kanıtlamıştım. Yazının bütünselliğini bozar diye içine yedirmedim, ama burada dursun, teyitli bilgi. Önemse ve yay.

Not 3: Finans piyasaları, ortalam 6 ayda bir etik bir skandalla çalkalanır. Faiz konusunda da yakın zamanda skandallar oldu, Taraf'ta Oğuz Karamuk özet geçmiş bugün. Sorun, a) bütün bir Gezi parkı eylemlerinin, hiçbir tutarlılık göstermeden, tamamen popülist bir şekilde "mihraklara" yıkılması; b) iktidarın bugünlere gelmesinde büyük pay sahibi olan, korunan ve kollanan finansmanın ve sahiplerinin birden kötülenmeye başlanması ve böylece bir "herkes bize düşman" sathına geri itelenmemiz. O duvarları kıralı daha çok az olmuştu halbuki.