2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Vejetaryen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vejetaryen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2012 Salı

Yeni başlayanlar için vejetaryenlik - 3 / Neden? (Sağlık)


Serinin önceki yazıları:



Neden sorusuna sağlıktan devam edelim. Yalnız benim burada sağlık başlığı altında ele aldığım kısım, genelde kendi deneyimimden yola çıktığım için son 3 ayda 9-10 kilo vermem ve görece sağlıklı hissetmem üzerine odaklanacak (Zaten genelde insanlar enteresan –belki de çok normal- bir şekilde hayvanlara edilen işkencelerden, öldürmekten vesaire etkilenmiyor, ama “t sürede x kilo verdim!” deyince, “Ouvv! Ben de mi vejetaryen olsam?” diye düşüncelere dalıyor.) Uzun vadeli etkiler için birkaç on yıl bekleyeceksiniz artık, n'apalım:

Daha önceki yazı(lar)da fark ettiyseniz "dengeli bir vejetaryen beslenme" deyip durdum. Zira "Ooh, eti bıraktım, e madem Anadolu'nun da göbeğinden geliyorum, yumulayım hamura baklavaya da aman enerjiden proteinden geri kalmayayım." dememeniz gerekir. Kabartlama gibi olursunuz allaama. Hâl böyle olunca sağlık meselesinde hepçil bir temel argüman olarak "E dengeli bir hepçil beslenme de sağlıksız değil ki?" ile karşılaşıyoruz. Evet? Ama halihazırda görece yüksek kalorili olan hepçil beslenmede hem daha fazla dikkat etmek gerekiyor, hem de kontrol kaçtığı anda çok sağlam kaçıyor maşalla (Kendimden biliyorum, evet). Et yemek, ister istemez daha fazla enerji almayı beraberinde getiriyor. Geçen mesela çalıştığım yerde öğle yemeğinde sağ olsun yemekçi ablamız ayıptır söylemesi patlıcan musakka yapmış. Elbet tezgahın üstünde kendisiyle göz göze gelince (Ablayla değil, musakkayla. Ablanın ne işi var tezgahın üstünde?) hasretle gözlerim doldu. Zira musakkanın hastasıyım. Yani patlıcan aşığı bir insan olduğum için, musakka benim için kokoreçle yarışabilirdi desem yalan olmaz. Patlıcanla ilgili bir acayip şey, közlenmişinden de bir o kadar nefret etmem. Bu çok garip, biliyorum, yani "ouv bebeyim sana aşığım ama sol kulağından nefret ediyorum." (benzetme pek olmadı galiba ama idare edin) demek gibi bir şey, ama öyle. Neyse, abla da sağ olsun ofisin tüm elemanlarına musakka yaparken, bana da sadece bir kompil patlıcan közlemiş, beni de unutmamış. Çok iyi bakıyor, Zeus razı olsun kendisinden bu vesileyle. İşte o hiç hoşlaşmadığım közlemeyi yedim böylece (mecburen biraz, ve ofiste közlenmiş patlıcanla ilk karşılaşmam olduğu için abla da beni artık onu seven bir insan olarak kodladı sanırsam (Kendini değil, patlıcanı. Onu zaten seviyorum, aslan ablam.)... Hâlâ da sevmiyorum yahu patlıcanın közünü? Ne çirkin bi' şey o?

Ne diyorduk? Ha, işte o esnada algıladım ki, ben kendi halinde bir patlıcanı yerken, musakka yiyenler patlıcanın yanında kıymayı, yağını ve o yağa banılmazsa ölür hastalığına yakalanmış olan zavallı ekmekleri löp löp yuttular. Afiyet bal şeker olsun, hiçbirinde gözüm yok. Ama hepimiz de doyduk mu? Doyduk.

Bu az önce verdiğim örneğin vejetaryen beslenmeden farklı olarak "dengeli beslenme" başlığı altına daha çok yakışacağının farkındayım, ama ikisi birbirini tetikliyor demek çok yalan olmaz. Bir başka örnek vereyim; yaz vakti Türkiye için mangal vakti malum. Yazın yanan milyonlarca mangaldan birinde arkadaşla eşle dostla birlikteyken, ortamda bulunan iki vejetaryen olarak közlenmiş patates, kızarmış domates-biber-patlıcan (Yoksa Barış Manço da mı vejetaryendi? Ya bu esnada düşünüp duruyorum, bir aşk şarkısının adı nasıl domates-biber-patlıcan olabilir? Olmaz demeyin, oluyor.) ile beslendik. Diğer arkadaşlar da sucuktu, tavuktu, köfteydi, her nevi et ürünü tüketti. Yine doyduk, ama doymamız ikimize x kaloriye ve minimal kolesterole mal olurken, kalanlarımıza nereden baksan y (y de ner'den baksan x+200 eder) kaloriye ve gani gani kolesterole patladı bu keyif.

Bu iki örnek, görece masum olanlar. İki bira içerken yanında kızarmış patates veya kızarmış sosis yemek de bir fark yaratacak, o iki biradan sonra bir adana dürüm veya çiğköfte dürüm yemek de. Veya ben souvlakilere (Yunan dürümü) doyamazken, bir sonraki yazıda bahsedeceğim Axel'in o söz konusu souvlakileri etsiz yemesi (Ne kadar saçma buluyordum geçen sene halbüse? Gerçi hala saçma buluyorum lan, etsiz souvlaki saçma bi' şey. Alkolsüz bira gibi, ne bileyim içinde döner olmayan döner dürüm gibi). Bunlar ve önceki iki örnekten çıkarak, vejetaryenliğe geçiş yapmamdan gayrı çok da ekstra bi' çaba sarf etmemiş olmama rağmen (haftada takriben 100-150 km arası bisikletim süregeliyor zaten 2012 Mart civarından beri, onu da gözardı etmemek gerek) son 3 küsur aydır 9-10 kilo vermiş olmam bununla paralel olabilir. Karnımın doymasına rağmen gözümün doymamasından kelli, ihtiyacımdan oldukça fazla tüketiyordum, şimdi biraz daha zor o iş. Yani yine fazla tüketiyorum, ama yemeğin tatlı öncesi kısmında her halükarda görece düşük oluyor aldığım enerji (Tatlıyı her türlü yiyorum zira. Hatta Natura Horror Vacui'nin deyimiyle "Yærim!"). Aslında şimdi aklıma geldi, ilk yazıda bahsettiğim "ihtiyaç" meselesini şöyle de örneklendirebiliriz; ev gibi biraz. Yani eve böyle farkında olmadan saçma sapan zilyon tane şey alınca hani ev içi hacim ihtiyacınız günden güne artar, artar ve bir yerden sonra artık daha küçük bir eve sığamazsınız ya, öyle oluyor. Lan bunu atsan atılmaz, onu satsan satılmaz derken bütün o saçma şeyler yer işgal etmeye devam ediyor. Sonra da o evden bir şeyler eksiltince çok rahatlayabiliyorsunuz ya, alan açılıyor size. O kalabalığa alıştıktan sonra boşluğuna da alışmak zaman alıyor, ama mis gibi de oluyor, evdeki alana ihtiyacınız azalıyor, daha küçük bir evle yetinebiliyorsunuz, hayat sizin için ucuzluyor, ısınması daha kolay oluyor, oluyor da oluyor. İşte öyle bir şey...

Kısa vadede en görülebilir etki kilo olduğu ve herkes onu en çok fark ettiği için oraya biraz fazla odaklandım sanırım başında da söylediğim üzere, ama tabii ki beslenme alışkanlıklarının daha uzun vadeli bir etkisi var. Et (kırmızı, beyaz, yeşil, mavi fark etmez) tüketmeyenlerin, et tüketenlere göre daha düşük kalp-damar hastalıklarına yakalandığı, kolesterol seviyelerinin görece düşük olduğu yönünde bulgular var. Yumurtanın bir doktor tarafından yasaklanırken beriki tarafından kiloyla önerildiği, konulara dünya ve insanlık olarak çok yönlü yaklaşmaya en çok ihtiyacımız olan şu günlerde bu bulguyu/bulguları mutlak bir kural/kanıt olarak sunmayacağım elbette. Ama et yemeyerek alınan görece az kolesterol ve eti başka şeylerle ikame ederek alınan sebze/meyve/baklagil gibi söz konusu açılardan görece sağlıklı besinlerle iki yönlü bir etki nedeniyle bunun çok olası/mantıklı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca vejetaryenlerin görece zayıf (aşırı zayıf veya anoreksik değil, sadece görece zayıf) olduğunu da uzun vadeli sağlık etkilerinden yana düşünebiliriz.

(Parantez paragrafı: Ya bu arada bir de şu an düşündüm ve de algıladım ki, doğuştan gelen alışkanlık olan ete karşı direnebileceğimin farkına varmam, yemeğe ilişkin her nevi dürtümü çok daha rahat kontrol altına almam anlamına geldi sanırsam. Evet, galiba böyle.)

Sağlıkla ilgili şimdilik son bağlantılı nokta da, fast fooda ilişkin tutumunuzun ve alışkanlıklarınızın değişmek zorunda kalması. Türkiye koşullarında dış dünyada çok fazla vejetaryen beslenmeniz mümkün olmadığı için, daha az dışarıda yer oluyorsunuz bir kere. Dışarıda kumpir, salata (the reason why our children are obese fotoğrafı), kaşarlı tost, kaşarlı-mantarlı pide, çorba, pilav/makarnagil, Ege/Akdeniz mutfağı, mezeler gibi alternatifleriniz var, evet, yok değil. Gerçi itiraf ediyorum, eski alışkanlıktan (ilk başladığım zamanlardan kalma) cümleye "sayacağım menü çok kısa olacak" diye başlamıştım ve gördüğünüz üzere aslında uzayabiliyor, ki epey de uzayabilir daha. Ama sebze yemeklerine, ne bileyim canım kuru fasulyeye dahi et koyma alışkanlığı olan bir kültürün göbeğinde bulunduğumuz için ne demek istediğimi anlarsınız. Bir de benim için günlük alışkanlıklar olan et/tavuk dürüm, ve çok insan için benzer bir alışkanlık olan hamburger-derin derin kızarmış tavuk-pizza familyası da et endüstrisinin ve hepçil beslenme alışkanlığının önemli bir kısmını oluşturduğu için, bunların hayatınızdan çıkması epey güzel oluyor. Sağlıksal olarak olduğu gibi, maddi olarak da. İşin maddi boyutuna bir sonraki yazıda değinirim (Tam bu noktaya konulacak "Çocuklarımızın obez olmasının nedeni." diye bir görsel görmüştüm sanırsam feysbukta ama şimdi bulamıyorum. Özetle hamburgerin 1 $ olmasının yanında salatanın 5-6 $ civarında bi' fiyatı olmasından bahsediyordu. Buna daha sonra işin mikro ve makroekonomik boyutunda da değiniriz ayrıntılı olarak).

Bir de son olarak şunu diyeyim; aslında et yerken her şey çok normalmiş, et her derde devaymış da, vejetaryen beslenmeye başlayınca çok pis acayip ölümüne dikkat etmeniz gerekiyormuş gibi de bir algı var, hemen başlıyor "E peki ne yiyorsun onun yerine? x'i nereden alıyorsun, y'yi nereden alıyorsun? Senden iyi olmasın benim de bi' vejetaryen arkadaşım vardı, rahmetlinin saçları döküldü." falan. Bende de vardı vejetaryen/vegan insanlara karşı böyle bir panik hali, bir annevari "ah yavrıeeem, doyamazsın sen öyle, büyüyemezsin"cilik, artık yok (Gerçi yalan olmasın, veganizme karşı çok fazla bilgi sahibi olmadığım için yerli midir yersiz midir bilmem ama hâlâ var). Darısı başınıza. İşin iki tarafını da görmüş bir insan olarak söylüyorum, abuk bir yaklaşım bu bakın, gerçekten.

Yine çağrışımlara doyamadım, planladığımın 2 katı uzunlukta bir yazı oldu, bakalım bir de ikiye bölmeden deneyeyim, tivitır nesli kusuruma bakmasın, ihtiyarlığıma versinler. Saati de zaten 22:15 etmişim, gitmem gerek çoktan, yatsı tatlısını kaçırıyorum. Bir sonraki yazıda nasıl böyle bir değişikliğe karar verdiğimi anlatmaya niyetliydim ama daha epey süre nedenlerden devam edeceğim gibi görünüyor sanırsam.

öpt tşk kib bye

Ek: Sağlık konusunda taze denk geldiğim ve kaynağını/doğruluğunu bilmediğim şu bilgiyi de not olarak düşeyim: "İşlenmiş et ürünlerinin (salam, sosis, sucuk gibi) düzenli tüketimi erkeklerde prostat kanseri riskini artırmaktadır."

6 Kasım 2012 Salı

Yeni başlayanlar için vejetaryenlik - 2 / Neden?

Şu an buraya serinin ikinci yazısı diye başlayınca, aklıma daha önce yarım bıraktığım -sanırım 2 farklı- seri geldi. Zeus tamamına erdirsin diyerek başlayalım o vakit.
Bu sefer biraz işin "neden"inden bahsedesim var. En çok yanıtladığım soru ("balık da mı?"dan sonra elbet) bu olduğu için, buradan devam edeyim istiyorum.
Farklı insanların çok farklı deneyimleri ve nedenleri var, ama benim için en önemli nedenlerden biri, etoburlardan farklı olarak, yaşamımızı sürdürmek için (diğer) hayvanları öldürmeye ihtiyaç duymamamız. Yani bunun bir zorunluluk veya bir mutlak ihtiyaç olmaması. Evet, et yiyerek daha kısa sürede daha fazla enerji alabiliyor, uzun süreli tokluk hissi yaşayabiliyor, iskenderi löp löp yutarken kendimizden geçip biranın yanında kokorece ölüp bitiyoruz, bunların hepsi doğru. Yalan değil. Ama yine bunların hepsi, bugün için birer tercih/keyif meselesi. Ne et yiyerek az zamanda çok ve büyük kaloriler almamız gerekiyor (buzdolabı icat oldu, etoburluk bozuldu), ne de bira kokoreçsiz olmuyor. Pek ala et harici besinler tüketerek tüm besin ihtiyacımızı envai çeşit şeyden karşılayabiliyor ve biranın tadına da patatesle varabiliyoruz. "Yapma be, kokoreçsiz olur mu?" diyenleri duyar gibiyim; denedim, %100 oluyor. Size hatta bu yüzyılın başından bir diyalogla yanıt vereyim:
Shelbyl (s.) ve sokaktaki adam (s.a.) bir akşam Burhaniye dolaylarında lise arkadaşlarıyla bir kamptadırlar. Akşam yemeği için bilmem nereye gidilir. Yemeğin geciktiği dakikalarda ortalığı buram buram bir kokoreç kokusu kaplar ve olaylar gelişir...

sokaktaki adam (s.a.): [kokusundan bularak yumuldukları yarım kokorecin içinden] Abi hayat negzel yea!
shelbyl (s.): [kokusundan bularak yumuldukları tüm ekmek kokorecin diğer yarısının içinden] Valla öyle be abi. Üstüne de midye yedik mi, offf...
s.a: Aman sabahlar olmasın!
s.: Abi aslında evleneceksem bir tek kriterim olacak, o kadın midye kokoreç sevecek!
s.a: Kesinlikle olm, huzur öyle bi' kadında. Şu hayatta evlilik teklifini "benimle bir ömür midye-kokoreç yer misin?" diye yapabildiğim bir insandan başka ne isterim ki?
s.: Evet evet, kesinlikle.. Gnam gnam gnam..

İşte böyle bir diyaloğun evlatlarıyız ve bir yerde kökenlerimizi inkâr ediyoruz kimilerine göre. Kökenlerini inkâr etmekte bence hiçbir sakınca yok, bunu bir kenara bir not edeyim hele, ama zaten en başta toplayıcılıktan avcılığa geçtiğimizi düşünürsek şu an etçil beslenmeye doğru kayarak da kökenleri inkâr ediyoruz. Dolayısıyla kökeni neresi olarak aldığına bağlı bu, ki isteyen istediği yeri alsın, tepe tepe kullansın. Tekrar belirteyim, et yemek ihtiyaç/zorunluluk değil, sizi yiyorlar (gerçek anlamda yeseler "yamyam!" dersiniz, "imdat!" dersiniz bi' de, bunu da bir başka kenara not edelim).
Biraz daha genişleteyim aslında soruların ardından gelen diyalogları, sırf sorulara yanıtlar şeklinde olmasın. "İhtiyaç değil" dediğin zaman gelen yanıt elbette "Sadece ihtiyacın olan şeyleri mi alıyor/tüketiyorsun sanki?". Buna da öncelikli olarak karşı yanıtım "Sana ne y.rraam?" olsa da, bazen bu basamağı atlayıp "genel olarak evet" diyorum. "İhtiyaç" dediğin şey insanlar tarafından ölümüne esnetilebiliyor tabii ki, dolayısıyla bu kısım kimi insanın aklına hiç yatmazken, kimi hemen kabullenebiliyor, ikna olabiliyor. Ama genelde (ben de dahil) insanların kafasında "Bir numaralı yaşam kaynağı et!" gibi bir düşünce olduğu için, ihtiyaç olmadığını söylediğin zaman ikna etmek çok kolay olmuyor. Sorduğu her mineral/vitamin/besin kaynağı sorusuna karşılık bir "et olmayan besin"i 0.07 saniye içinde (takriben Google hızında oluyor) önerebilirsen, pes edebiliyor. Kimisi sadece protein-yağ-karbonhidrat sorup bırakıyor, kimisi B harfinin 99 güzel vitaminini tek tek öğrenmeden caymıyor. İnsanoğlu kısım kısım işte... İyi niyetli olanlara can kurban ("kurban diyör, ne biçim vejetaryen?"), sorsunlar yanıtlayalım, istesinler anlatalım. Ama diğer a taazlı olarak adlandırabileceğimiz kesimden bir şekilde ikna olan da bu sefer senin ihtiyaç fazlası şeylere hiç yanaşıp yanaşmadığını sorgulamaya başlıyor, ve akabinde küfürler gelişiyor...
            Üçüncü bölümde “neden?” sorusuna devam ederim. Yazı epey yavaş ilerleyecek böyle parça parça, ama hem çağrışımsal çalışan bir kafam olduğu için bir açılan parantez kapanmak bilmiyor, dolayısıyla insanoğlu kuş misali bir an buradayken başka bir an piii… Hem de yazılar çarşaf çarşaf uzamayınca okuması daha kolay oluyor malum.

28 Ekim 2012 Pazar

Yeni başlayanlar için vejetaryenlik - 1

Yeni mi başladınız? Ya da yakınınızda birisi mi başladı? Önce adını söylemeyi öğrenin: ve-je-tar-yen. Bu "öğrenin şunu lan!" bir tavır değil, yanlış anlaşılmasın, sadece kendimden biliyorum, kelimeyi söylemeye çalışan herkes merak etmiştir sanırım nasıl yazıldığını. Yani konuşurken mesele yok, "vejeteryan" deniyor genelde, ki kulak alışkanlığımız o yönde, ama yazacağı zaman kilitlenip ter döken, yazmaktan vazgeçip yerine etyemez veya otobur diyen var, ki yanlış değil. İngilizce biliyorsanız vegetable üzerinden düşünün, daha kolay olur, zira kelimenin İngilizcesi "vegetarian". Evet.

Girişimizi yaptıktan sonra, "ner'den esti?" diyeceklere kısa not; kurbandan değil, hayır. İlla  bir bağlantısı vardır bilincimin en altında bir yerlerde, ama "çok uzun zamandır yazı yazmadım lan, ne yazsam?" sorusu kaynaklı bir yazı bu daha ziyade. Hem de 30 Ekim itibariyle vejetaryenliğe geçişimin 3. ayını dolduruyor ve tüm vücutta şenliklerle kutluyorum, bu 3 ayda olan bitenden, başıma gelenlerden biraz bahsedeyim istedim. Aslında belki soru-cevap olarak da yazabilirim, bakalım.

Şimdi kelimenin yazılışından bahsettikten sonra, hiç fikri olmayan insanlara durumun gerektirmesi sonucu "vejetaryenim" veya "et yemiyorum" dedikten sonra gelen ilk soruyu yanıtlayarak devam edeyim; "hayır, balık da...". (Hani bir yazı yazarken sonunu hiç getiremeyeceğinizi ve birkaç parçaya bölmeniz gerekeceğini fark edersiniz ya, işte o noktaya geldim şu an. O nokta bu nokta ->.) Vejetaryenliğe ilişkin çok enteresan bir algı var memlekette. Belki ben bir süredir vejetaryenliğe ve vejetaryen (ve hatta vegan) insanlara aşina olduğum için kafamda daha net bir şekil/şemal vardı. 

(Buraya bir parantez irisi açmak istiyorum: Bu esnada veganlık mefhumunun varlığından da ta lise zamanında blog insanlarından the black cat sayesinde haberdar olmuştum. Aslında natura horror vacui sayesinde haberdar olmuştum desem daha doğru olur. Zira the black cat kendi halinde vegan olmuş takılıyor, ne mutlu ona. Ama natura horror vacui bu, durur mu? Onun okulun koridorlarında "Vegan ne olm i.ne misin lan? Et yemeyen g.t olur hem bak! Ahı ahı ahı..." diye inlediğini hatırlıyorum. Kendisini ilk gördüğümde muhtemelen bana da "Et girmeyen yere dert girer bak." diyecektir. Ama olsun, lanet olsun ki onu böyle de seviyoruz. Parantez irisi kapaması. Bu arada şu an fark ettim ki natura horror vacui'den bağımsız olarak bir "parantez irisi" açmıştım, anca sığıyo' işte. Canım benim, ben de seni seviyorum.) 

Vejetaryenliği çeşitlendiren mi diyeyim, adını kirleten mi diyeyim ne diyeyim türlü türlü insan var. Kimi sadece kırmızı et yemeyerek kendini vejetaryen olarak adlandırıyor, kimi hayvanlardan sadece deniz ürünleri yiyerek kendini vejetaryen olarak adlandırıyor, eski sevdiceğim (hey gidi..) gibi kimileri de et familyasından sadece sosis ve inegöl köfte yemek suretiyle kendini vejetaryen olarak adlandırabiliyor. Hiçbirine "Hayır! Kendine vejetaryen diyemezsin!" diyecek halim yok elbet. Gerçi zaten bunların farklı isimleri de oluyor. Tanımları verelim o vakit:

Konuyu merak edenler için bir temel/basit kaynak olabilecek şu kaynağa göre (ki ben tanımlarına ne derece katıldığım konusunda emin değilim) vejetaryen şöyle tanımlanıyor: "Vejetaryenlik, bitkisel kaynaklı besinlerin ağırlıklı olarak tüketilmesini içeren bir beslenme tarzıdır. Vejetaryen ise; bitkisel besinleri tüketen, hayvansal besinleri (kırmızı et, tavuk, balık, süt ve sütten yapılan ürünler, yumurta gibi) sınırlı miktarda veya hiç tüketmeyen kişilere verilen isimdir." Dolayısıyla "normal" insanlar ölçeğinde et yemeyenler de pek âlâ vejetaryen oluyor bu tanıma göre. Yani insanlardan gelen "Dana yemiyorsun, peki kuzu da mı? Peki tavuk da mı? Ördek? Balık? Midye? Sincap?" sorularını yadırgamamak lazım.

Bununla birlikte en çok (yanlış) bilinen şu tanımlar da bir kenarda dursun:

Pesko-vejetaryen: Sadece deniz canlılarını yiyen vejetaryen

Polo-vejetaryen: Sadece kümes hayvanlarını yiyen vejetaryen (Veganizm hakkında çok geniş fikrim yok, ama tahminim bu gruptaki hayvanların "Kümes hayvanı" olarak adlandırılmasına da karşı olacakları yönünde)

Lacto-ovo vejetaryen: Süt/süt ürünleri ve yumurta da tüketen vegan denebilir bir bakıma. Hayvan eti yemeyen ancak hayvan ürünlerini tüketen grup diyelim.  (Yani öbür türlü pesko-vejetaryen ne kadar doğru bir vejetaryen tanımıysa, bu da o kadar doğru bir vegan tanımı.) Ben şu an buradayım.

Vegan: Hayvanların yalnızca öldürülüp etinin yenmesine değil, her türlü hayvan sömürüsüne, insanla hayvan arasında kurulan hiyerarşik ilişkiye, türcülüğe karşı duran grup. Bu yaklaşım, hayvanların deneylerde kullanılmasından, çiftliklerde esir alınıp sütünden/yumurtasından yararlanılmasına (bunların çalınmasına) karşı bir duruştur.

Kabaca bu şekilde bir giriş yeterli sanırım şimdilik. Yazının devamında biraz daha kişisel deneyimlerimden, nedenlerimden, sonuçlarımdan, yanıtlarımdan ve vapurlardan bahsedebilirim. Hem bu esnada belki blogun diğer vejetaryenleri/veganları da bir şeyler eklemek/yazmak ister belki?