AKP, nispeten tarafsız kesimin beklentilerini aşarak, %49.9'luk bir seçim zaferine ulaşması, bu ülkenin 1983 ANAP'ından beri gördüğü en büyük seçim zaferi oldu. (2007'yi saymamamın sebebi, AKP'nin oy patlamasını gözleri ulusalcılıkla kör olmamış herkesin görmesiydi.) AKP'nin bu başarısının iki net sebebi var: 1. İlk defa doğru düzgün uygulanan liberal ekonomik politikaların getirdiği öncül refah ortamı ve 2. Erdoğan'ın bu ülkenin ideal lider profilinde olması.
Seçim zaferinin her ne kadar bu boyutu beklenmiyorduysa da, seçim sonrası bir balkon konuşması herkesin aklındaydı. Dillerde de anlamsız bir soru vardı: "Acaba Erdoğan nasıl konuşacak? Milliyetçi dilini sürdürecek mi?" Bu soruyu soranlar, Erdoğan'ın konuşmasını dinledikten sonra da "Hah, tam da istediğimiz gibi kucaklayıcı bir konuşma yaptı." dediler azamiyetle.
Ben bu görüşe bütünüyle katılmıyorum, zira zannımca kucaklayıcı konuşmayı övenler Erdoğan'ın "Bir iki üç, KOY-DUK-MU?" demesini olumsuzluk olarak göreceklerdi. Benim ise konuşmadan çıkardığım iki altmetin var:
1. Erdoğan "330 milletvekilinin altında kaldık diye, muhalefete kapımızı kapatmayacağız" dedi konuşması esnasında. Ben bu cümleyi bir lapsus olarak görüyorum, zira 330 milletvekilinin altında kalan her parti muhalefete kapısını açmak zorundadır çünkü salt yasa değiştirecek güce ulaşamamıştır. Erdoğan'ın aklında 330 MV'nin üzerine çıkmak olduğunu biliyoruz, ve seçim öncesi planladığı konuşma, MV sayısının sandıkların %80'i açılana kadar da 330 üzerinde seyretmesi bu cümlenin neden bu şekilde ağızdan çıktığını açıklayan sebepler zannımca.
2. Erdoğan'ın konuşmasında iki tur "etnisite sayımı" vardı. İlki, bu seçimin kazananının kimlerin olduğu idi, ve kendisi Türk, Kürt, Zaza, Arap, Roman, Gürcü kardeşlerin kazandığını belirtti, ve hatta Türkiye sınırlarında kalmayıp Saraybosna'dan Gazze ve Kafkasya'ya uzanan bir coğrafyadan dem vurdu. (Davutoğlu'nun kitabını okuyan ve konuşmalarını takip edenler için bu hiç de sürpriz değil zaten.)
İkinci tur etnisite sayımı ise yeni Anayasa'nın kimlerin anayasası olacağına dair idi, buna da üstte saydığım etnisiteler haricinde Alevi, Sünni, Laz, Tatar ve Türkmen de dahil oldu. Dört etnisite hariç: Yahudi, Ermeni, Süryani ve Rum; onlara o uzun cümlenin en sonunda "azınlıklar" demeyi uygun gördü Erdoğan. Kendisinin seçim öncesi "Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne de Rumluğumuz kaldı." cümlesiyle gayet paralellik gösteren bir açıklama oldu bu.
Şimdi gelelim buradan çıkarılacak sonuca: AKP'nin yeni Anayasa sürecini başlatacağı muhakkak, iki defa pas geçilen bu konu bu dönemde nihayete erdirilecektir. Lakin, bu Anayasa'nın tonu ve kiminle işbirliği yapılacağı konusunda benim endişelerim baki.
Öncelikle şunun altını çizmek lazım: Erdoğan'ın "milliyetçi-mukaddesatçı" çizgisi "geçici" falan değil. Erdoğan'ın idealindeki Türkiye'nin profili, 2007 sonrası icraat ve söylemlerin gösterdiği gibi. Zafer ve otoritenin perçinlendiği bir balkon konuşmasında, 72.5 milletten dem vurup da gayrimüslim etnisitelerden hiçbirini ağzına almaması manidar. Bu bakış açısını, AKP'nin Anayasa profesörü Burhan Kuzu ve yükselen değeri Cemil Çiçek'in açıklamaları ile de birleştirince, ortaya pek de parlak bir resim çıkmıyor.
Lafı daha da uzatmadan sadede geleyim: Yeni Anayasa geleceği kesin, fakat bu Anayasanın özgürlükçü olmama, sadece vatandaşlık tanımını belirli bir doğrultuda genişletip süregelen toplumsal düzeni birkaç rötuş ile devam ettirme olasılığı oldukça yüksek. Böyle bir Anayasa'yı referanduma götürmek için 6 MV bulmak AKP için pek de zor olmayacaktır, ve de alınan oy oranı, toplumun çoğunluğundan gelecek desteğin -referandum bazında- garantisidir.
AKP bu seçimler sonunda, demokrat aydınların illüzyonunda olduğu gibi halkın "özgürlükçü Anayasa" istediği sonucuna varmadı. AKP, bu seçimler sonunda halkın "milliyetçi-mukaddesatçı" söylemi benimsediği ve de Erdoğan'ın karizmasının hala daha yükselişte olduğu sonucuna vardı. AKP çıkarlarının liberter değil, otoriter söylemlerde yattığını gözlemleme şansı buldu.
O yüzden siz sol görürken sağdan yumruk gelirse hiç ama hiç şaşırmayın. Baştan söyleyeyim ben.
Seçim zaferinin her ne kadar bu boyutu beklenmiyorduysa da, seçim sonrası bir balkon konuşması herkesin aklındaydı. Dillerde de anlamsız bir soru vardı: "Acaba Erdoğan nasıl konuşacak? Milliyetçi dilini sürdürecek mi?" Bu soruyu soranlar, Erdoğan'ın konuşmasını dinledikten sonra da "Hah, tam da istediğimiz gibi kucaklayıcı bir konuşma yaptı." dediler azamiyetle.
Ben bu görüşe bütünüyle katılmıyorum, zira zannımca kucaklayıcı konuşmayı övenler Erdoğan'ın "Bir iki üç, KOY-DUK-MU?" demesini olumsuzluk olarak göreceklerdi. Benim ise konuşmadan çıkardığım iki altmetin var:
1. Erdoğan "330 milletvekilinin altında kaldık diye, muhalefete kapımızı kapatmayacağız" dedi konuşması esnasında. Ben bu cümleyi bir lapsus olarak görüyorum, zira 330 milletvekilinin altında kalan her parti muhalefete kapısını açmak zorundadır çünkü salt yasa değiştirecek güce ulaşamamıştır. Erdoğan'ın aklında 330 MV'nin üzerine çıkmak olduğunu biliyoruz, ve seçim öncesi planladığı konuşma, MV sayısının sandıkların %80'i açılana kadar da 330 üzerinde seyretmesi bu cümlenin neden bu şekilde ağızdan çıktığını açıklayan sebepler zannımca.
2. Erdoğan'ın konuşmasında iki tur "etnisite sayımı" vardı. İlki, bu seçimin kazananının kimlerin olduğu idi, ve kendisi Türk, Kürt, Zaza, Arap, Roman, Gürcü kardeşlerin kazandığını belirtti, ve hatta Türkiye sınırlarında kalmayıp Saraybosna'dan Gazze ve Kafkasya'ya uzanan bir coğrafyadan dem vurdu. (Davutoğlu'nun kitabını okuyan ve konuşmalarını takip edenler için bu hiç de sürpriz değil zaten.)
İkinci tur etnisite sayımı ise yeni Anayasa'nın kimlerin anayasası olacağına dair idi, buna da üstte saydığım etnisiteler haricinde Alevi, Sünni, Laz, Tatar ve Türkmen de dahil oldu. Dört etnisite hariç: Yahudi, Ermeni, Süryani ve Rum; onlara o uzun cümlenin en sonunda "azınlıklar" demeyi uygun gördü Erdoğan. Kendisinin seçim öncesi "Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz ne de Rumluğumuz kaldı." cümlesiyle gayet paralellik gösteren bir açıklama oldu bu.
Şimdi gelelim buradan çıkarılacak sonuca: AKP'nin yeni Anayasa sürecini başlatacağı muhakkak, iki defa pas geçilen bu konu bu dönemde nihayete erdirilecektir. Lakin, bu Anayasa'nın tonu ve kiminle işbirliği yapılacağı konusunda benim endişelerim baki.
Öncelikle şunun altını çizmek lazım: Erdoğan'ın "milliyetçi-mukaddesatçı" çizgisi "geçici" falan değil. Erdoğan'ın idealindeki Türkiye'nin profili, 2007 sonrası icraat ve söylemlerin gösterdiği gibi. Zafer ve otoritenin perçinlendiği bir balkon konuşmasında, 72.5 milletten dem vurup da gayrimüslim etnisitelerden hiçbirini ağzına almaması manidar. Bu bakış açısını, AKP'nin Anayasa profesörü Burhan Kuzu ve yükselen değeri Cemil Çiçek'in açıklamaları ile de birleştirince, ortaya pek de parlak bir resim çıkmıyor.
Lafı daha da uzatmadan sadede geleyim: Yeni Anayasa geleceği kesin, fakat bu Anayasanın özgürlükçü olmama, sadece vatandaşlık tanımını belirli bir doğrultuda genişletip süregelen toplumsal düzeni birkaç rötuş ile devam ettirme olasılığı oldukça yüksek. Böyle bir Anayasa'yı referanduma götürmek için 6 MV bulmak AKP için pek de zor olmayacaktır, ve de alınan oy oranı, toplumun çoğunluğundan gelecek desteğin -referandum bazında- garantisidir.
AKP bu seçimler sonunda, demokrat aydınların illüzyonunda olduğu gibi halkın "özgürlükçü Anayasa" istediği sonucuna varmadı. AKP, bu seçimler sonunda halkın "milliyetçi-mukaddesatçı" söylemi benimsediği ve de Erdoğan'ın karizmasının hala daha yükselişte olduğu sonucuna vardı. AKP çıkarlarının liberter değil, otoriter söylemlerde yattığını gözlemleme şansı buldu.
O yüzden siz sol görürken sağdan yumruk gelirse hiç ama hiç şaşırmayın. Baştan söyleyeyim ben.