2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
KCK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KCK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2012 Pazartesi

Muhalefet Sıkıntısı II

Senenin başında bu yazının ilk kısmını yazmıştım, devamı olacağını da hiç düşünmemiştim zira orada derdimi yeterince anlattığım kanaatindeydim. Fakat muhalefetin geldiği nokta değişmekten ziyade, devam eden KCK tutuklamaları sürecinde ve Balyoz davası kararlarının sonucunda daha da kötü bir yere geldiği için düşüncemi derli toplu anlatma ihtiyacı duydum.

Şu an ÖYM'lerde süren davalar özelinde baktığımızda muhalefetin iki sıkıntısı var: 1. Enerjisini anlamsız yere tahliye sürecine odaklaması. 2. Bütün muhalefetin davalarda sembolik isimler üzerinden yapılması. İkisini de açıklayacağım.

Kısım I: Tahliye Odaklılık

Artık hukuk bilmemekten mi, istatistikleri önemsememekten mi, post-12 Eylül devletinin keyfekeder işleyişinin içselleştirilmesinden mi bilmiyorum, günümüzde tutuklamaların ve tahliyelerin neden olduğuna kafa yorulmuyor. Bu uğurda mücadele etmenin -belki tutuklu yakınları haricinde- büyük resimde hiçbir anlam ifade etmeyeceği ve kitlesel enerjinin buraya harcanmasının boşa olduğu da bu yüzden göz ardı ediliyor.

ÖYM sürecinin en kıdemli örneği olması dolayısıyla bakmak istediğim Ergenekon davası. 1. iddianameyle yargılanan sanık sayısı esasen 86, fakat bunların ikisi vefat ettiği için 84 diyelim. Bu sanıkların 35'i ya çok kısa bir süre tutuklu kalıyor, ya da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Bunun haricinde tutuklanıp datahliye olmuş sanık sayısı 34. Bunların 1 yıl içinde tahliye olanları 12, 1-2 yıl arasında tahliye olanlarının sayısı 14, daha uzun sürede tahliye olanlarının sayısı ise 8. Halen tutuklu bulunan 15 sanık var, ve bu sanıkların ortak bir kaç özelliği var: Ya "yönetici" olmakla suçlanıyorlar, ya silah sağlamak ile, ya da yargılandıkları suç sayısı 4'ten fazla. Bu isimler zaten en medyatik, geçmişi en faaliyet dolu isimler. (Küçük, Tekin, Perinçek vs.)

Buradan varacağımız bir sonuç şu: Eğer bir tutuklu sadece "silahlı terör örgütü üyesi olmak" suçundan yargılanıyorsa, er ya da geç tahliye ediliyor, çünkü teamül bunu gerektiriyor. Fakat tahliye hiçbir anlama gelmiyor, bunu da çok yakın zamanda gene isim üzerinden hareket edilen bir mücadelede gördük: Cihan Kırmızıgül ve poşu davası. Kırmızıgül, savcının isteğine karşın tahliye edilmezken bir kamuoyu yaratılmış, ve de kendisinin tahliyesiyle ciddi bir sivil toplum zaferi kazanılmış sanmıştık. Gelgelelim kendisi 11 yıl hapse mahkum edildi, ve karar temyizden dönmezse ne yazık ki kendisi hapse girecek.

Yani hem tahliyeler kısa vadeli bir mutluluk haricinde hiçbir anlama gelmiyor, hem de zaten isnat edilen suçun niteliğine göre er ya da geç gerçekleşecek bir şey için ziyadesiyle enerji harcanıyor. Şu durumda şu iki sorunun sorulması elzem:

- Madem muhalefetin bu mücadele enerjisi vardı, neden tutukluluk süresini maksimum 10 yıl olarak düzenleyen CMK 102. madde hakkında hiçbir şey yapılmadı, hem de bu 2011 yılının başında hazır gündemdeyken?

- Madem muhalefet TMK ile suçlanan bireylerin yargılanmasında bu kadar mücadele enerjisine sahip, neden Bülent Arınç "TMK'da ne değişsin istiyorsunuz, söyleyin" diye açık çek verdiğinde bir sivil toplum kuruluşu bile bu konuda çalışma yapmadı? Neden köşe yazarları bu konuyu gündemde tutmak için ısrarcı olmuyor?

Muhalefetin amacı sadece Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ahmet Şık vs. gibi isimler ortalama 15-20 ayda tahliye olacaklarken bunu 7 aya mı çekmek? Türkiye'de sivil toplumun kazandığı zafer sadece teamüllerin uygulanmasını birkaç ay kısaltmak mı? Bu konuda yaşanan hayalkırıklıkları hiç mi ders olmayacak?

Kısım II: Politik Mağduriyet vs. Sistem Mağduriyeti

Yazının başında, ikinci rahatsızlığımı "bütün muhalefetin davalarda sembolik isimler üzerinden yapılması" diye açıklamıştım. Zaten ilk kısmın sonunda buna değindim (ve daha önce de yazmıştım), fakat bu hareketin Balyoz konusunda ön plana çıkan ikinci bir dezavantajını da gördük: Sistemden dolayı mağdur olan bireylerin mücadelesinin ötelenmesi.


Balyoz konusunda konuşmalar ya Dani Rodrik'in kayınbabası Çetin Doğan, yahut MHP milletvekili Engin Alan üzerinden dönüyor. En çok resmi kullanılan, en çok satırbaşı işgal eden isimler bunlar. Özellikle Doğan üzerinden Rodrik ve Emre Uslu iki cephe oluşturmuş, delillerin sahihliğini tartışıyor ve fakat bunu bir isim üzerinden bütün davaya yansıttıkları için tartışma politik bir kimlik kazanıyor. Bu durumda haklılık ve haksızlıklar da şekillenirken garip bir hal alıyor.

Halbuki bu davadaki aksaklıklar hem ÖYM'nin (eski DGM) bütün davalarda var olan "gizli tanık-gizli delil" sistemi yüzünden oluşuyor, hem de astlardan su götürmeyecek bir şekilde mağdur olmuşlar var. Mesela şurada anlatıldığı gibi, Faruk Yarman isimli Havelsan Genel Müdürü, tek bir sahte olduğu ispatlanmış ve öyle olmasa bile yetersiz nitelikte delille 16 yıl cezaya mahkum ediliyor.

Eğer ki tartışma sadece generaller üzerinden yapılacaksa, onların gerçekten seminerde Genelkurmay'ın da bilirkişi raporuyla belirttiği üzere darbe planladığı ve yetki aştığı gerçeği ile delillerin yetersiz olduğu gerçeği çatışıyor. Halbuki bu davanın "toplu yargılama" niteliğinin yanlışlığı ve sahteliği bir yana konsa bile yetersiz delillerle nasıl ceza verilebileceğinin tartışması yapılsa, varılacak sonucun daha somut olması işten değil. Tanık ve deliller hususunda her zaman sergilenen usulsüzlüklerin, bunun ne ilk ne de son olduğunun vurgulanması sisteme daha derli toplu bir eleştiri olacakken, tartışma zemini öğle gongunda meydana çıkmış iki kovboyun düellosuna dönünce kayıp olunuyor.

Sonuç

İki yazıdır aynı şeyleri dediğim için lafı fazla uzatmayacağım. Sivil toplum hareketleri ve muhalefet, artık kişi ve dava bazlı düşünmek yerien hukuk sistemine kapsamlı eleştiriler getirmek, enerjisini daha odaklı kullanmak mecburiyetinde. Hele ki tahakküm mekanizması güçbirliği etmişken bu elzem. İnsana "acaba devlet ile sivil toplum önderleri arasında 'bizim eş-dosta dokunma da, gerisinde takıl sen' gibi bir yazılı olmayan anlaşma mı var?" diye komploist bir şekilde soru sordurtacak bu yaklaşımı geride bırakmalıyız.


İktidarın yargı reformu yapmak için yargının kendisine dokunulacağını hissetmesini beklemek lüksüne sahip değiliz ne yazık ki. Korkum odur ki her olayla "amaaan, birkaç isim salarız, nasıl olsa susuyorlar" diye düşünmeye sevk ediyoruz muktedirleri.

Yorumlar Üzerine Önemli Not: Bu yazıda eleştiri getirilen kesim anaakım medyada muhalefet titriyle bulunanlar veyahut kitlesel örgütlenme gücü olmasına karşın TMK ve ÖYM karşısında ses çıkarmayanlardır. Bu yazıda bu konuda kısıtlı erişim gücüyle mücadele veren hiçbir STÖ eleştirilmemektedir, onların çabaları haikr görülmemektedir.

Ayrıca, tahliye odaklılık kısmında insanların bireylerin tahliyesi için çalışması, onların hayatlarından birkaç ay daha kurtarmak için çaba göstermesi de eleştirilmemektedir, o şerh düşülmüştür. Bu tabii ki herkesin yapacağı bir şeydir, en doğal tepkidir. Gene o kısımda eleştirilen, sadece tahliye odaklı çabaların anaakımda medyatikleşmesidir. 4 no'lu yorumda da açıklandığı gibi, görülen birçok terör davasında tahliyeler veyahut tutuksuz yargılamalar gerçekleşmektedir, fakat bir büyük sorun da sistemin atıl kalması/yavaş işlemesi, bazı suçlar için "tahliye" vermenin yargının işine gelmemesi ya da elinde olmamasıdır.

Arz ederim.

20 Ocak 2012 Cuma

Muhalefet Sıkıntısı

Hrant Dink davası, şaşırtıcı olmayan bir şekilde devletin "ne, örgüt mü?" demesiyle sonlandı. Haklarını verelim, tam öyle demediler, daha çok "ya örgüte inanmıyorum ama bir güç var" dediler. O gücün adı da devletin kendisi olduğundan döngü böylece tamamlanmış oldu.

Bu karardan sonra dün onbinler sokağa dökülüp adalet isteklerini yeniden dile getirdiler. Güzel bir manzaraydı, bir rahatsızlığın dışavurumuydu neticesinde. Bu kadar kalabalığı ne olursa olsun bir araya toplamak güç '80 sonrası Türkiyesinde.

Lakin benim kronik realist olarak derdim, endişem var bu hususta. Hem daha önce de bir yazıyla anlattığım Dink'in metalaşması hususu, hem vicdan denen günbegün anlamsızlaşan kelimenin ön plana çıkması, hem muhalefetin benzer olaylara karşı tepkisizliği, hem vakaya odaklanıp esasın kaçırılması...

Bardağın dolu tarafına haksızlık etmek istemem, lakin Dink öldürülmeden önce yazdıkları umurunda olmayanlar, 1915'te yaşananların adını koyamayanlar, öldürüldükten sonra bile mazurbaz bir tutuma yakınsayanların birden "adalet" yakarışlarında bulunması ilginç. Tabii kimseyi niyeti sebebiyle yargılayamayız, eğer ki o zamanki hatalarını kabul ederlerse, ya da ders aldıklarını başka olaylara tepkileriyle gösterirlerse herkesin değişmeye hakkı vardır. Kendimden biliyorum, 5 sene önceki düşüncelerimle, hayat tecrübemin bana öğrettikleri konusunda şimdi düşündülerim farklı.

Ama mesele öyle değil. Bu konuyu daha önce de yazdığımdan ayrıntılandırmayacağım, ama Hrant Dink ödülünü Ahmet Altan'ın alması üzerine yaşanan polemiğin bana verdiği sıkıntıyı üç maddede şöyle anlatmıştım:

"1. Bir kişi anısına verilen sembolik bir ödülü, sanki eğlence dünyasına (entertainment business) ait bir olaymış gibi değerlendirme/değersizleştirme.
2. Hrant Dink'i bir vicdani tatmin aracı, bir özgeçmiş sabunu olarak kullanıp geçmiş defterleri dürme.
3. Siyaseti maneviyat/kişiler üzerinden yürütme hastalığının en "entelektüel"ine bile sirayet etmiş olması."

Gözlemlediğim kadarıyla bu sıkıntıların yansımaları devam ediyor bugün. Bunun sebebi de, yazının başlığında değindiğim üzere, muhalefetin esas noktayı kaçırıyor olması.

Bizde güzel bir döngü var. Çok temel bir X sorunu vardır. Bu X sorunu, Y, Z, Q kişilerine, durumlarına yansıtılır. Muhalefet bunlardan Y'yi seçer, Y için toplanılır, protestolar yapılır. Bu sırada Z ve Q ise kaderine terk edilmiş olur. X sorunu ise A, B ve C'ye yansımak üzerine hayatına devam eder.

(Lejand:

X = Her türlü azınlık karşıtlığı, devlet örgütü, TMK, ÖYM, yetki gaspı.
Y = Hrant Dink, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ahmet Şık, Nedim Şener.
Z , Q = Siyasi olduğu devletçe itiraf edilmiş KCK tutuklamaları, TMK'nın aşırılığı ile gerçekleşen öğrenci tutuklamaları, artık kimsenin bir fikri olmadığı Ergenekon tutuklamaları, ve de duyamadığımız binlerce mağduriyet vakası.)

Sormaya başlıyorum.

Daha geçen gün Uludere'de 38 insanın başına bomba yağdırdılar. Bu katliam için kitlesel bazda ne kadar tepki verildi? Katliamdan bir hafta sonra olayın akıbeti ile ilgili ne okuduk, ne duyduk? Mesela doğru düzgün soruşturma açılmadığını biliyor muyuz? Ve hatta umurumuzda mı?

Bütün bu rahatsızlıkların kaynağı yasal düzenlemeler için nasıl bir kamuoyu oluşturdu nüfuzlu entelektüeller? TMK için kaç tane yazı yazıldı, panel düzenlendi? 4 ay önce Bülent Arınç "TMK'nın değişmesi isteniyorsa yüksek sesle söylensin" dediğinde kaç kişi bir şeyler söyledi? Neden tartışma yapılmadı?

KCK tutuklamalarının neden yapıldığı konusunda kimsenin bir fikri var mı? İddianameyi kaç kişi okudu? Neden sadece "Ben her türlü şiddete karşıyım, o yüzden KCK haklıdır" ya da "Benim tanıdıklar içeride, o yüzden soruşturma haksızdır" parametrelerinden tartışma yapılıyor? Devlet gözetiminde görüşme yapan Abdullah Öcalan'ın avukatlarının bile tutuklanması neden hiç dikkat çekmiyor? Bu usulsüzlükler kime yar olacak?

KCK'yı bir kenara koyalım, hangi iddianameyi kim okudu? "DGM'ler kalktı" diye argüman yürütenler, neden Özel Yetkili Mahkemelerden bahsetmiyor? Neden bu apaçık hukuki yetki gaspına karşı bir tepki konmuyor?

Daha bu liste gider, zira çok dertli kurum var. Lakin anlatmak istediğimi anlatabildim sanıyorum. Hoş, bir şeyler anlatmaktan ziyade içimdeki siniri atmak misyonu vardı bu yazının ya, olsun.

Muhalefet, kişi/olay seçip ona tepki gösterdikçe, meselenin esasına dair konuşmadıkça, içindeki öfkeyi dışarı yansıtmayıp devleti vicdan ile ikna etmeye çalıştıkça elde edeceği şeyler ufak tefek mutluluklar olur.

Daha yeni bir Occupy Wall Street fiyaskosu izledik, ders alalım. O taddaki eylemlerle ancak ayakkabı eskitiliyor. Üzücü ama gerçek.