2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com

20 Eylül 2012 Perşembe

İki Yazı Birden: Semavi Dinler / İslamofobi ve Antisemitizm (Çeviri)

Aynı coğrafyada doğmuş üç din var. Bunların ilk sırada geleni, tarih boyunca gittikleri yerlerden ikinci ve üçüncü sırada gelenlerce kovuluyor. İkinci sırada geleninin önderi, ilk sırada gelenler tarafından öldürülüyor. Üçüncü sırada geleni, ilk ikisinin bozulmuş olduğunu düşünüyor ve onlarla savaşıyor.

Ve bugün, bu dinlerin her bir mensubu, kendi dinlerinin aslında sevgi içerdiğini, kendi dinlerinin aslında diğer dinlere saygı duyduğunu, kendilerininkinin pak, diğerlerinin kirli olduğunu savunuyor.

Bu mümkün mü? Bu, tarih boyunca birbirlerine savaşmış ve rakip olmuş üç dinin temelinde diğerlerine sevgi yatması gerçeklikle bağdaşır mı?

Eski Ahit'te 1. Samuel kitabına bakalım: "Her Şeye Egemen RAB diyor ki, ‘İsrailliler’e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler’i cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsrailliler’e karşı koydular. 3Şimdi git, Amalekliler’e saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür."

Yeni Ahit'te Luka kitabına bakalım: "Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı! Katlanmam gereken bir vaftiz var. Bu vaftiz gerçekleşinceye dek nasıl da sıkıntı çekiyorum! Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ayrılık getirmeye geldim."

Tevbe Suresi'nin 5. ayetine bakalım: "Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin."

Tabii ki Eski Ahit'te de, Yeni Ahit'te de, Kuran'da da hoşgörü vs. içeren ayetler de var. Bunlar konjonktürel şeyler zira, tarih böyle bir şey. Ama bu dinlerin mensuplarının "Hayır, bizim dinimiz vahşi değil, sizinki vahşi" diye birbirini ikna etmeye çalışması saçmalık değil de nedir?

Mesele şu: Artık 21. yy'da yaşıyoruz. Günümüzde farklı kimlikler, farklı sınırlar, bunların getirdiği farklı çıkarlar var. Toplumsal mirasta farklı düşünceler birikmiş. Bu yüzden, günümüzde bu dinin mensupları farklı yaklaşımlar, ideolojiler benimseyebilir, farklı yorumlar getirebilirler. Dinlerindeki barış yanlısı ögeleri ön plana çıkarıp, bir "birlikte yaşama" yoluna girebilirler. Akıl bunu gerektirir.

Ama lütfen artık "onlar bize hakaret ediyor, bizim dinimiz öyle mi, onlarınki şöyle bizdeki böyle, ama bizim hakaretimiz farklı" gibi saçma argümanları bırakalım.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bunun orijinali bu blogda yayınlanmış, tercüme etmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Günümüzde tanınmış Robert Spencer adlı bir yazarın İslamofobik söylemleri ile 1945'e kadar Antisemitist propaganda yapmış Der Struder gazetesinin yazarı Julius Streicher'in söylemindeki 10 benzerliği gösteriyor. Buyurun:

1. Müslümanların/Yahudilerin dini görevi dünyayı ele geçirmektir.

RS: “İslam cebren Allah'ın kurallarını dünyaya yaymayı dünyevi görev olarak görür."

JS: “Bilmiyor musunuz ki Eski Ahit'in ilahı Yahudilere dünya insanlarını sömürmeyi ve köleleştirmeyi emrediyor?"

2. Sol (ç.n. ABD bağlamında Liberaller) Müslümanlara/Yahudilere salahiyet veriyor.

RS: “Solun ana organları İslami üstünlükçülere sürekli sıcak ve davetkâr davranıyor”

JS: “Komünistler onun (Yahudi) yolunu döşüyor.”

3. Hükümetler Müslümanları/Yahudileri durdurmak için hiçbir şey yapmıyor.

RS: “FDI*, küresel cihat ve İslami üstünlükçülüğe kapitulasyonlar vererek ulusal, eyaletsel ve yerel düzeyde ihanet suçu işleyen görevlilere karşı hareket eder.”

(Freedom Defense Initiative, Robert Spencer/Pamela Geller organizasyonu).

JS: “Hükümet Yahudilerin istedikleri gibi davranmalarına izin veriyor. Halk ise bir eylem bekliyor.”

4. Müslümanlara/Yahudilere güven olmaz.

RS: “Kuran'da öğretilen: Birisi baskı altındaysa, dini korumak için yalan söyleyebilir.”

JS: “Yahudi olmayanlara yalan söyleyebilir ve onları aldatabiliriz. Talmud'da diyor ki: Yahudilerin Yahudi olmayanları aldatması caizdir."

Streicher'ın Zehirli Mantar isimli çocuk kitabından.

5. Müslümanların/Yahudilerin özlerini idrak zor olabilir.

RS: “Amerikan yetkililerin barışçı Müslümanlar ile cihatçı ya da potansiyel cihatçıları birbirinden ayırmaları mümkün değil.”

JS: "Nasıl ki zehirli bir mantarı yenebilir bir mantardan ayırmak zor ise, aynen Yahudinin düzenbazını ve suçlusunu da ayırmak zordur."

Aynı kitaptan.

6. Müslüman/Yahudi karşıtı deliller kendi kutsal kitaplarında var.

RS: "Kuran'dan ayetler alıntılayıp, bunları Müslümanları şiddete teşvik için kullanan imamları ve bu ayetlerle motive olmuş Müslümanların şiddet eylemlerini göstermenin nesi "nefret suçu"?"

JS: "Der Stuermer gazetesinde yayınlanan, ne benim ne meslektaşlarımın yazdığı hiçbir yazıda eski Yahudi tarihinden, Eski Ahit'ten ya da yakın Yahudi tarihinden bir örnek bulunmaması gibi bir durum yok."

7. İslami/Musevi metinler inanmayanlara karşı şiddeti teşvik ediyor.

RS: “Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. (Bakara 191)"

Spencer'ın sitesinden alıntı.

JS: “Tanrınız RAB bu ulusları elinize teslim ettiğinde, onları bozguna uğrattığınızda, tümünü yok etmelisiniz. Bu uluslarla antlaşma yapmayacaksınız, onlara acımayacaksınız. (Yasa'nın Tekrarı 7:2)”

Streicher'ın gazetesinden alıntı.

8. Hristiyanlık barışçıl, İslam/Yahudilik ise şiddet yanlısıdır.

RS: “'Düşmanlarını sev, seni yargılayanlar için dua et' ya da 'Senin sağ yanağına vurana öbür yanağını çevir' gibi sözlerin Müslüman muadili yok."

JS: “Yahudiler bizim gibi 'Komşunu kendini sevdiğin gibi sev.' ya da 'Senin sol yanağına vurana sağ yanağını çevir.' gibi şeyler öğrenmiyor."

9. Bir tek Müslümanlar/Yahudiler şiddet yanlısı.

RS: "(İslam) dünyada inanmayanlara karşı bir savaş doktrini ve geleneği geliştirmiş tek din."

JS: "Dünyada başka kimsenin böyle kehanetleri yok. Kimse başka insanları katletmenin ve mallarını yakıp yıkmanın bir emir olduğunu söylemeye cüret edemez."

10. Müslümanları/Yahudileri eleştirmek onlara karşı şiddete kışkırtma anlamına gelmez. 

RS: “Yazdığım hiçbir şeyde başkalarına şiddete teşvik olarak temellice nitelendirilebilecek bir şey yok."

JS: “Ayrıca şunu eklemeliyim ki Der Stuermer'in içeriğinde hiç öyle bir teşvik olmadı. Bu 20 yıl boyunca  hiç bu bağlamda "Yahudi evlerini yakın; onları öldüresiye dövün." yazmadım. Der Stuermer'de bir kere bile böyle bir kışkırtma yayınlanmadı."

12 Eylül 2012 Çarşamba

5 Yıl Öncesine Yolculuk

"1) DTP'nin TBMM'ye girmesi, Türkiye demokrasisi için bir talihsizliktir. PKK'yı kardeş ve hatta 'kendileri' ilan eden, terörist başının yaşam koşullarını TBMM'ye taşıyacaklarını açıklayan bu kişilerin; geçmişten ders almadıkları, amaçlarının kendilerinden öncekiler gibi demokratik bir platformda görüşlerini dile getirmek değil devletle kavga etmek olduğu daha ilk günden anlaşılmıştır.

(...)

(9) DTP ve yandaşlarının yaşadığı sıkıntıların istismar edilmesi ve AB'den gelecek desteğin önünün kesilmesi için;

(a) DTP'nin, kendi ifadeleri ve davranışları nedeni ile TSK tarafından terörist olarak görüldüğünü ve herhangi bir şekilde muhatap kabul edilmeyeceğini üst düzey bir açıklama ile ilan etmek.

(b) Terörü bu şekilde destekledikleri müddetçe demokratik olarak herhangi bir ilerleme sağlayamayacaklarını ve bu suretle esas olarak temsil ettiklerini iddia ettikleri kişilere zarar verecekleri mesajını yaymak.

(c) Bu suretle "bugüne kadar ki kazanımlardan taviz vermeyin, yumuşamayın" diyen Kandil ile "terörden bir fayda gelmez, teröristleri desteklemeyin vazgeçin" diyen başta AB olmak üzere Kandil karşıtı çevrelerin arasında sıkışıp kalmalarına yol açmak,

(ç) Irak'ın kuzeyindeki desteği kesmek için bölge halkını terörle mücadele bağlamında 'rahatsız etmek', bu suretle de PKK'ya yardım ettikleri ve destek sağladıkları müddetçe bu rahatsızlığın devam edeceği mesajını vermek,

(d) PKK'nın eylemlerinin, işadamlarının bölgede yatırım yapmamalarına yol açması, iş makinelerini, yolları, köprüleri tahrip ederek bölgeye hizmet götürülmesine mani olması gibi sonuçları ile bölge halkına daha da zarar verdiği gibi söylemlerin yaygınlaştırılarak bölge halkının teröristlere sağladığı desteğin azaltılmasına çalışılabileceği düşünülmektedir."

Yukarıdaki satırlar, 4-5 ay önce 27 Nisan Muhtırasını kaleme almış bulunan zamanın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın emriyle Korgeneral Nusret Taşdemir tarafından Eylül 2007 tarihinde kaleme alınmıştı. Belgenin tamamının adı "Bilgi Destek Planı" idi, ve de "İrtica ile Mücadele Destek Planı" ile aynı anda gündeme gelmişti. Gene aynı belgede AK Parti karşıtı ciddi ifadeler de bulunmakta idi.

Bugün acaba Genelkurmay'dan önce bu bildiriyi kaleme alacaklar olur mu? Bu ifadeleri köşelerde dillendirenler yok mu? 1. maddedeki tanımlama ve eylem olarak önerilenler size tanıdık geliyor mu?

Bir sorayım dedim. Elçiye zeval olmaz.

3 Ağustos 2012 Cuma

Beyzbol Sopası ve Anlattıkları

Obama'nın beyzbol sopası ile çektirmiş olduğu resim, büyük ilgi odağı oldu bunu dış politika, sembolizm, diplomasi vs. yönünden inceleyen çok sayıda yazı döndü. Ben de bu konuda fikirlerimi beyan etmek istedim.

Öncelikle beyzbol sopasını tutan adamın titrinden ziyade ismi önemli. Yapılan analizler genelde ABD Başkanı kısmına odaklansa da, hikayenin Barack Obama kısmına da bakmak lazım. Obama, başkan seçilmeden önce Illinois eyaleti senatörüydü. Mezkûr eyaletin en önemli şehri Chicago olup, iki adet beyzbol takımları mevcuttur. Bunların birisi Chicago Cubs , diğeri ise White Sox'tur. Buradaki subliminal mesajları dikkatlice irdelemek elzem. Birincisi, Obama Türkiye'ye "biz ayıyız, siz de yavrumuzsunuz, sözümüzden çıkamazsınız" mesajı vermekte. İkinci göndermedeki "beyaz çorap" metaforu da çok ilginç. Beyaz çorap ile özdeşleşmiş milliyetçi politikaların çıkar yol olmadığını beyzbol sopası ile hatırlatıyor bizlere bu resim.

Bir diğer atlanılan husus, beyzbol sopasının duruşu. Beyzbol sopasının yere 90 derece açıyla durması oldukça zor bir iştir. Bildiğiniz gibi beyzbol sopasının ucu düz değil, yuvarlaktır. Obama, bu sopayı kararlılıkla tutarak bir mesaj daha göndermiş oluyor. "Her ne kadar işler dengeyi kaybedebilir gibi dursa da, onu tutan bir ABD var."

Obama'nın beyzbol sopasını tutuş açısı da çok önemli. Eğer Obama beyzbol sopasını eliyle tutuyor olup sonra otursa ve sopayı yanına iliştirse, tutan eli içeriden gelmek zorunda olurdu. Halbuki resimde eli dışarıdan gelmekte. Elin ön plana konulması, ABD'nin "bu konuda elimiz açık" mesajı verdiğini göstermekte. Bir önemli ayrıntı da baş parmak. Baş parmak elin diğer parmaklarıyla bir bütünlük arz etmiyor, hafifçe sopanın başına doğru kalkmış durumda. Burada denmek istenen açık: "Her ne kadar birlikte gözüksek de, bu işin bir başı var ve o baş da benim."

Son olarak da Obama'nın telefonla konuşurken baktığı yere dikkat çekmek istiyorum. Her ne kadar önüne bakıyor ve düşünceli gibi gözükse de, koskoca ABD Başkanı'nın masasının boş olmasını bekleyemeyiz. Muhtemelen önünde bir Ipod/Ipad var. Fotoğrafın çekildiği zamanın gündüz olduğunu da düşünürsek, o sırada Obama'nın olimpiyatları takip ettiğini söyleyebiliriz. Gene haberin ajanslara düştüğü günden sonra oynanan ABD - Türkiye kadın basketbol maçı, ve bu maçta 3. çeyrekte sadece 5 sayı gerideyken adeta sihirli bir elin temasıyla maçı 31 sayı ile kaybetmemizi de bu fotoğraftaki mesaja bağlamak çok zor olmayacaktır.

Görüldüğü gibi "yahu adam telefonla konuşurken elinde sopa tutmuş, ne olacak ki?" deyip geçmemek, ve meseleyi enine boyuna irdelemek oldukça mühimdir.

24 Temmuz 2012 Salı

Eşcinsel Evlilikler Neden Yasak Olmalı?

Not: Bu bildirinin orijinali burada, ben sadece mütercimim. Ne demişler, yazı yazmıyorsan en azından gördüğün güzel metinleri Türkçeleştir ki daha çok insana yayılsın.


1. Eşcinsellik doğal değildir. İnsanlar her zaman doğal olmayan şeyleri reddederler, misal gözlük takmazlar, polyester kullanmazlar ve klima açmazlar.


2. Eşcinsellik serbest olursa insanlar eşcinsel olmaya teşvik olunacaktır, çünkü uzun insanların yanında takılan kısaların boyları uzamaktadır.

3. Eşcinsel evlilik yasal olursa her türlü çılgın evliliklerin yolu yapılmış olur. Mesela insanlar köpekleriyle evlenmek isteyebilirler, zira köpeklerin yasal yükümlülükleri vardır ve evlilik akdine imza basabilecek bilinçte varlıklardır.

4. Geleneksel evlilik, yıllardır süregelen, toplumsal varlığın dayandığı kutsal bir kurumdur ve tarih boyunca hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Bu yüzden kadınlar hala erkeğin malıdır, bir erkek dört kadınla evlenebilmektedir ve boşanmalar üç defa boş ol denmesi suretiyle gerçekleşmektedir.


5. Eğer eşcinsel evliliğe izin verilirse geleneksel evlilik manasını ve kutsiyetini kaybedecektir. Çünkü Seda Sayan'ın sayısız evliliğininin manası ve kutsiyeti toplum için çok mühimdir.


6. Geleneksel evlilik, meyve-i hayat üretebildiği için geçerlidir. Eşcinsel çiftler, kısır çiftler ve yaşlı çiftlerin evlenmelerine izin verilmemelidir, çünkü yetimhaneler bomboş durmakta ve dünyanın daha fazla çocuğa ihtiyacı var.

7. Eşcinsel ebeveynlerin çocukları da eşcinsel olacaktır! Çünkü görüyoruz ki heteroseksüel ebeveynlerin çocuklarının hepsi heteroseksüel.

8. Eşcinsel evlilik dinen caiz değildir. Çünkü teokratik ülkelerde bir dinin değerleri tüm ülkeye empoze edilir, ve ülkemizde bir tek din mevcuttur. (m.n. Amerika için geçerli olan bu maddenin bizim için meta-sarkastik kaçması oldukça hazin)


9. Çocuklar evde bir anne ve bir baba olmadan, onları örnek almadan sağlıklı büyüyemezler. O yüzden boşanmış çiftlerin, dulların vs. tek başına çocuk yetiştirmeleri şiddetle yasaktır.


10. Eşcinsel evlilik toplumun hamuruyla oynayacaktır, insanlık yeni sosyal normlara alışamayacaktır. Zaten arabalara, servis sektörüne dayalı ekonomiye ve daha uzun yaşam sürelerine de hala alışamadık.

17 Temmuz 2012 Salı

Sonuç Doğruysa Ajitasyon Mübahtır

3. Yargı Paketi kapsamında Bahçelievler cinayetlerinin katillerinden ikisinin salınması, ufak çapta bir gündem yaratmıştı. Slogancı siyaset icabı bu olay "Katiller serbest!"e indirgense de, durum bu kadar basit değildi. Bu konuyu Mehmet Ördekçi güzelce açıklamış, tl:dr insanı için de özet geçeyim:

1980'lerde solcular, asker kafasıyla affolunması mümkün olmayan "devlete karşı işlenen suç" ile yargılandı, idam cezası vs. aldı. Ülkücüler ise affolunması daha kolay olacak cinayet suçlarından yargılandı, zira bunlar siyasi suç değildi. Yalnız 1991'deki düzenleme ile 146. maddeden yargılanan solcular şartlı tahliye alırken, cinayetten hükümlü ülkücülerin kimileri hapis yatmaya devam etti. Yani 12 Eylül zihniyeti bir hesap hatası yaptı. Bu son düzenleme, bu durumu tadil ediyor, ama hala daha içeride olan sağcı ve solcular var.

Yani sonuç şu: Bu düzenleme, uğruna sloganlar atılacak gibi adaletsiz değil, hatta aksi doğru.(Fakat hala daha mağdur ettiği insanlar da var)

Peki bu sonucu alıp Yıldıray Oğur yazılaştırmak isterse ne olur? Şiar edindiği "solcular şiddet ile hala yüzleşemedi, sağcılar ise yüzleşti." çizgisi doğrultusunda ajitatif bir yazı yazar, yazıyı okuyup da bu olanları bilmeyen "solcu katillerin hepsi serbest bırakıldı devlet tarafından, sağcılar ise içeride, zulüm bu" fikrine ulaşır. Yazısına hükmeden temel mantığın kritiğini Twitter'da @ceelall yaptı zaten, aşağıda görebilirsiniz. Ben nokta atışı ile daha spesifik bir bulguyu anlatmak istiyorum.


Oğur, yazısının bir yerinde MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı'nın öldürülüşünden, ve sonra katillere ne olduğundan bahsediyor. Kendisi maktulün soy ismi konusunda tereddütlü biraz ama, sanırım en sonunda Öztürk yerine Altınok'ta karar kılıyor.


Yazının devamında ise MLSPB'li kadın militanın serbest kaldıktan sonra neler yaptığından bahsediyorç Kendisi şiir kitabı yazmış, şiirlerinden şarkılar yapılmış, ödüller almış.

Google güzel şey, Yıldıray Oğur'un bu yazıyı yazarken hangi haberi kaynak kullandığını bulmak zor olmuyor. Kendisi Yeniçağ Gazetesi'nin 17 Şubat 2010 tarihli şu haberini kullanmış. Yalnız haberi biraz yanlış/eksik okumuş, kendisinin atladığı ayrıntıları ben düzelteyim müsaadenizle:

- MLSPB'li kadın militanın şiirlerinden şarkı yapan kişi Ahmet Kaya. Yeniçağ Gazetesi Oğur'dan daha öfkeli olduğu için bu şarkı hakkında "yıllarca kardeşlik şarkısı olarak pazarlandı" ifadesini kullanıyor. Oğur bundan imtina etmiş.

- Ödüller alan şairin kendisi ya da şiir kitabı değil, şiir kitabının yayıncısı, gene tanıdık bir isim: Ragıp Zarakolu. Yeniçağ Gazetesi şöyle anlatmış orayı da, Oğur yorgunluğuna yenik düşmüş: "Özzümrüt’ün cezaevinde yazdıklarını kitaplaştıran Ragıp Zarakolu (2007’de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü’nü aldı)"


Şimdi toparlayalım: Yıldıray Oğur, adil bir uygulama olan "katillerin eşitlenmesi"ni anlatırken, neden bu kadar ajitasyona yer veriyor? Neden bugünkü adaletsizliğin altında yatan sebep olan orijinal adaletsizliği es geçiyor? Neden Ördekçi ya da ceelall'in değindiği noktalardan hiç dem vurmuyor? Yazısına getirilen eleştirilere neden "ya zaten geçmişle yüzleşemiyoruz, unutalım gitsin" tadında cevap veriyor? 


Madem unutmalıyız, en başta neden bu fişleme dolu yazıyı kaleme alıyor, bu yaklaşım ile mi unutuyoruz geçmişi?

Başta söylediğimi tekrar vurgulayayım: Oğur'un yazısınun vardığı sonuç son derece geçerli. Bu uygulamanın devam etmesi, adaletsizlik olacaktı. Lakin bu meseleyi Oğur'un Pınar Selek ya da 1 Mayıs 77 sırasında ortaya koyduğu zihniyet haritasıyla inceleyince böyle tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Sağın şiddetle yüzleştiğini ya da esas mağdur olduğunu tutar tutmaz kanıtlamaya çalışmadan da adalet aramak mümkün. Onun ön şartı da esaslı bir yüzleşme.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kararsız Propaganda

3 Temmuz 2012 tarihinde gündem Sabah'ın "Öcalan'dan Sürpriz Mektup" haberi ile şekillendi. Habere göre, Öcalan 11 aylık tecritini kendi isteğiyle başlatmıştı, çünkü avukatları dediklerini çarpıtıyordu. Bu haber "yahu madem devlet bunu biliyordu, neden 11 ay sesini çıkarmadı? Neden BDP'nin "Öcalan'a tecrit uyguluyorlar" diye propaganda yapmasına izin verdi? Neden iplerin daha da gerilmesini sağladı?" sorularını akla getirse de, diyelim öyle değildi ve haber doğruydu. Haberin kendini doğrulamak için kanıt saydığı da şu idi:

"Bu süreçte mektubu doğrulayan gelişme, Öcalan'ın kardeşiyle görüşmeyi reddetmesi oldu."

Sonra güneş battı, geri doğdu. Sabah, Öcalan'ın görüşmeyi reddettiği kardeşinin şu sözlerini haber yaptı:

"Sayın Başbakan isterse meseleyi çözebilir, gerçek budur. Herkes böyle görüyor."

Yani özetle, Öcalan kimseyle görüşmek istemiyor çünkü sözleri çarpıtılıyor, o yüzden görüşmeyi reddetmek gibi bir seçenek varken devletten "beni tecrit edin" diye ricacı oluyor, görüşmeyi reddettiğini öğrendiğimiz kardeşinin sözleri ise bize işaretçi oluyor?
----

Neyse ki bu kafa karışıklığını daha açık hale getiren, Eyüp Can'ın köşesi oldu. Onun anlattığına göre Öcalan Sabah'ın iddia ettiği gibi bir değil, iki mektup yazmış, ve ikincisinde şunları demişti:

"Sizden istirhamım, kardeşimi göndermeyin bana. Çünkü Mehmet söylediklerimi siyaseten tam olarak kavrayamayabilir. Dışarı çıkıp yanlış, eksik bir şey söyleyebilir. Süreç çok hassas. Geçmişte yanlış anlamaların nelere yol açtığını gördük. Müzakereler kaldığı yerden başlamalı. Bu süreçte daha önce görüşen resmi heyet ve daha önce gelen avukatlarıma görüşmek istiyorum." (vurgu eklendi)

Eyüp Can'ın gördüğü büyük resimde ise, devletin Öcalan'la anılmak istememesi, Zana'nın Öcalan adına arabulucu olarak devreye girmesi var.

Siz Sabah gazetesinin mantık örgüsüne de inanabilirsiniz, Eyüp Can'ınkine de. Sabah Gazetesine inanacaksanız, yıllar önce ortaya atılmış, fotoşop olduğu yüz metreden belli ve hala daha haberde kullanmaktan imtina etmedikleri şu mükemmel çalışmaya da inanabilirsiniz tabii:


Neticede gerçek, görmek istediğiniz kadardır. Çözümü lafta istemek de iyi rahatlatır kafayı.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Zamanlama Masalı

Zana'nın ılımlı açıklamalarından ve Karayılan'ın röportajından sonra gerçekleşen sınır karakolu saldırısı, beklendiği gibi medyanın "zamanlama manidar" refleksini tetikledi. Üzerine Demirtaş'ın "PKK silah bıraksın, devlet operasyonları durdursun" açıklaması, sanki Demirtaş'ın ağzından ilk defa böyle bir söz çıkıyormuşçasına bir havada lanse edildi (tabii vurgu cümlenin ilk kısmınaydı)

Bu "zamanlama" masalının ardından çığırılan türkü de "birileri düğmeye bastı". Yani aslında barış yolunda her şey çok güzel gidiyordu, hiç çatışma falan yoktu, birden zart diye bir saldırı yapıldı ve bütün süreç alt üst oldu. Bu saflık - ikiyüzlülük dolu analizlerin anaakım medyanın her tarafında yer bulması, arkasından "PKK kayıtsız silah bırakmalı" argümanının "evet evet" nidalarıyla desteklenmesi, çözüm için olumlu bir şeyler söyledğini sanıp sadece vicdan paklanmasından başka bir işe yaramıyor.

Öncelikle şu "ah ne güzel güllük gülistanlıktı her şey" pervasızlığını irdeleyelim. Son 3 ayda Milliyet gazetesinde "şehit" kelimesi arandığında çıkan sonuçlar şunlar:

Mart 2012: Cudi Dağı'nda 3 gün süren çatışmada 6 Özel Harekatçı, 7 PKKlı öldü.
24 Mart 2012: Bitlis'teki mağara baskınında 15 kadın PKKlı öldürüldü.
5 Nisan 2012: Hakkari'deki çatışmada 1 üsteğmen öldü.
10 Nisan 2012: Amasya'da bombalı saldırıda 1 asker öldü.
12 Nisan 2012: Uludere'deki çatışmada 2 asker öldü.
14 Nisan 2012: Samsun'da 2 PKKlı öldürüldü.
16 Nisan 2012: Bitlis'e yapılan operasyonlarda PKK sığınakları bulundu.
21 Nisan 2012: Uludere'de mayına basan asker öldü.
25 Nisan 2012: Bingöl'de çatışmada 3 asker, 4 PKKlı öldü.
5 Mayıs 2012: Tunceli'de saldırıda 3 asker öldü.
9 Mayıs 2012: Tunceli'de çatışmada 1 asker öldü.
17 Mayıs 2012: Hakkari'de sınır taburuna saldırıda 1 asker öldü.
18 Mayıs 2012: Hatay'daki saldırıda 3 asker öldü.
21 Mayıs 2012: Diyarbakır'da çıkan çatışmada bir Özel Harekatçı, 4 PKKlı öldü.
24 Mayıs 2012: Muş'ta astsubay öldürüldü.
25 Mayıs 2012: Kayseri'de canlı bomba saldırısı gerçekleşti.
28 Mayıs 2012: Şırnak'ta çıkan çatışmada 1 teğmen öldü.
1 Haziran 2012: Muş'ta PKK sığınakları imha edildi, 5 PKKlı öldürüldü.
5 Haziran 2012: Lice'de mayınlı saldırıda 2 asker öldü.
9 Haziran 2012: Yüksekova'da çıkan çatışmada bir asker, bir PKKlı öldü.
13 Haziran 2012: Şırnak kırsalında devam eden operasyonlar sırasında iki ayrı yerde iki ayrı mayın infılak etti. 2 asker öldü, 2 yaralı.

Şimdi soru şu: Bunların hangisinin zamanlaması manidardı? Hangisinde düğmeye basılmıştı? 4 günde bir çatışma-saldırı-operasyon haberinin çıktığı bir ortamda, hangi işgüzarlık bir baskını "manidar" bulabilir? Bu post hoc ergo propter hoc'çuluğun membası nerededir?

Gelelim buradan yola çıkılarak dillendirilen "PKK silah bırakmadan müzakere olmaz" hikayesine. Daha önce uzun uzun anlatmıştım neden bu argümanın saçma olduğunu. Ortada apaçık süren bir savaş var, bu savaşın iki tarafı var. Bu taraflar birbirlerine güvenmiyorlar, bu güvenin tazelenmesi için adımlara ihtiyaç var. Ulus devlet kafası sürdükçe, Kürtlerin hakları tanınmadıkça, bu yönde sinyaller verilmedikçe, devlet operasyonları bırakmadıkça PKK silah falan bırakmaz. Aynı bakış açısı devlet için de geçerli. Bu yüzden "silah bırakılsın, şiddet olmasın" çağrısı ile ancak güzel bir duş alırsınız, çözüm için hiçbir halta yaramazsınız. Hele ki "PKK silah bıraksın" cümlesini "ama devlet operasyon yapacak tabii" ile sürdürüyorsanız karşı tarafın nezdinde hiç ama hiç ciddiye alınmazsınız.

Daha önce defalarca yazdığım şeyleri tekrar tekrar yazmak ne kadar anlamlı bilmiyorum, o yüzden hasılı kelam eyleyeyim. Siz de zamanlama ezberini bırakın artık bir zahmet, biraz gazete neyin okuyun, gazetecisiniz siz.

19 Haziran 2012 Salı

Arşivden: Cezaevleri Genelgesi (23 Ağustos 1996)

(90'lı yılların ikinci yarısı büyük ölçekte cezaevi eylemlerine sahne olmuştu. Bu eylemlere müdahaleler, "Hayata Dönüş Operasyonu" ile son bulacak ve akıllara kazınacak kadar sert idi. Eylemler sürerken Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın verdiği "erkekler kadın koğuşuna girmiş ondan", "açlık grevi yapmıyorlar, gizli gizli yiyorlar" gibi demeçleri, cezaevi eylemlerinin medyada eksik ve yanlı yansımaları vs. akıllarda kalmıştı. Bu süreçte "devlet aklı"nın nasıl çalıştığını gösterecek bir genelgeyi buraya alıntılıyorum. Bu genelge Aydınlık tarafından 13 Ekim 1996 tarihinde haber yapılmış, Google taramalarıa göre 1998 yılında -yani 2 yıl sonra- Nazım Alpman tarafından Milliyet Pazar'a konu edilmiş, daha da imaresine rastlanamıyor arşivlerde. Devlet, nasıl propaganda yapılacağından medyanın nasıl kontrol edileceğine dair oldukça kapsamlı bir mücadeleye girişmiş, bu anlaşılıyor. Kimi uygulamalar ise bugün dahi hiç yabancı değil.)


Cezaevlerindeki Eylemlere Karşı Uygulanacak Faaliyet Programı



İcra Edilecek Faaliyetler


Acil Tedbirler

1. Cezaevlerindeki eylemler ve bu eylemler ile ilgili son durum hakkındaki resmi açıklamaların yapılması;
    a. Cezaevlerindeki eylemlerin gerçek yüzünü ortaya koyan basın açıklamaları yapılmasına devam edilmesi, bu meyanda;
    (1) Türkiye'yi içeride ve dışarıda güç durumda bırakmak istedikleri,
    (2) Cezaevindeki eylemlere adli suçluların katılmadığı, ölüm orucu eylemlerinin insani istekler değil, ideolojik amaçlı olduğu ve terör merkezi haline gelen cezaevlerinin bugünkü halinin muhafaza edilmesi amacıyla terör örgütleri tarafından organize edildiği,
    (3) Terör örgütlerinin cezalandırmak istediği militanları ölüm orucuna başatarak cezalandırdığı hususlarının açıklanması,
    b. Cezaevlerindeki örgütlü isyan ve ölüm orucu gibi eylemlere karşı diğer ülkelerin aldığı tedbirlerin açıklanması.
    c. Terör örgütlerine taviz verilmemesi ve aksi halde arkasından karşılanması mümkün olmayacak isteklerinin geleceğinin belirtilmesi,
    d. Bayrampaşa ve Diyarbakır Cezaevlerinin terör örgütleri için ideolojik bir eğitim merkezi haline getirilmiş olduğunun ifade edilrek buralarda devlet hakimiyeti sağlanacağının ve cezaevlerinde görevli personelin arasında terör suçlarına iştirak edenlerin tespit edilerek, haklarında yasal işlemlerin başlatılacağı hususunun vurgulanması,
    e. Bu eylemlere karşı Devletin kararlı bir şekilde mücadeleye devam edeceğinin açıklanması,
    f. Eylemler sebebiyle terör suçlularına genel af gibi bir tavizin verilmeyeceğinin vurgulanması,
    g. Cezaevlerinde bu eylemlere girişenlerin siyasi veya düşünce suçlusu olmadığı, polis-asker ve masum vatandaşları katleden terörist olduklarının unutturulmak istendiğinin açıklanması,
    h. Cezaevlerindeki açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemlerde bulunan tutuklu ve hülümlülere, Sağlık Bakanlığı'nın da gerekli tıbbi müdahelede bulunmaya hazır olunduğunun açıklanması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makamı: MGK Gen. Sek. İçişleri Bakanlığı, Düşünceler: Bu açıklamaların TRT'den sağlanacak Sinevizyon görüntüleri ile desteklenmesi)

2. Avrupa ülkelerindeki cezaevlerinde devlet kontrolü ve iç denetimin nasıl sağandığını, ayrıca toplu isyan, açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemlere karşı alınan tedbirler ve yapılan uygulamaları gösteren bir TV programının hazırlanması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: TRT Kurumu Gn. Md.lüğü, Koordine Makamı: Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı)

3. Öncelikle eylem yapılan cezaevlerinde devlet kontrolünün mutlaka sağlanması, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı arasında gerekli koordinenin yapılarak, cezaevi iç denetimiyle ilgili mevzuat düzenlemesinin sağlanması ve diğer fiziki tedbirlerin alınması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Koordine Makamı: MGK Gen. Sek.liği, Düşünceler: Gerekli mevzuat düzenlemelerine gidileceği ve fiziki tedbirkerin alınacağı hususlarının kamuoyuna açıklanması.)

4. Terörle mücadelede görülen yasal boşlukları gidermek amacıyla hazırlanan ve TBMM'ne sevk edilen 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu, 3419 Sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun (Pişmanlık Yasası), 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nda değişiklik öngören kanun tekliflerinin bir an önce çıkarlması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makam: İçişleri Bakanlığı, Düşünceler: Adalet Bakanlığı'nca konunun Sn. Başbakan'a iletilerek sözkonusu kanun tekliflerinin Meclis gündemine alınmasının sağlanması.

5. Cezaevlerinde benzer eylemlerin tekrarlanması ihtimali dikkate alınarak, Bayrampaşa Cezaevi başta olmak üzere terör örgütlerinin kontrolünde bulunan cezaevlerinde, lider konumunda olan suçluların bu cezaevlerinden alınarak Eskişehir Cezaevi gibi müsait olan cezaevlerine nakillerinin sağlanması. (Faaliyet Zamanı: Gerektiğinde, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makamı: İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı)

6. Ölüm orucu eylemlerine yeniden başlanması halinde, durumu ağırlaşanların tıbbi müdahale amacıyla cezaevlerinden uzaklaştırılması. (Faaliyet Zamanı: Gerektiğinde, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Düşünceler: Sağlık Bakanlığı'nca tıbbi müdahale yetkisi konusunda -Tokyo ve Malta Bildirimler çerçevesinde- kamuoyuna açıklamalarda bulunulması.)

7. Cezaevlerinde eylemlere katılan suçlular ve ölüm orucu gibi eylemlerle militanların ölümlerine sebebiyet veren lider konumundaki teröristler ile, dışarıda izinsiz gösteri yapanlar hakkında yasal işlemlerin yapılması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Koordine Makamı: MİT Müsteşarlığı)

8. Cezaevlerinde yürütülen örgütlü eylemler ve ölüm orucu gibi menfi propagandaların medyada (TV, Radyo, Gazete ve Dergilerde) kontrolsüz bir şekilde haber konusu yapılmasının önlenmesi amacıyla, mevcut yasaların (RTÜK Yasası dahil) ihtiyaca cevap verir hale getirilmesi. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, BYGM.lüğü, TRT Kurumu Gen. Md.lüğü, Koordine Makamı: Dışişleri Bakanlığı, Düşünceler: Konuya ilişkin olarak ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya vs. ülkelerde uygulanan Radyo-TV ve basın yasalarının incelenmesi.)

9. Cezaevlerindeki eylemler ve muhtemel gelişmeler hakkında iç ve dış kamuoyunu doğru bilgilendirecek basın bürolarının ilgili Bakanlıklar bünyesinde kurulması, ya da kuruluşu bulunan basın bürolarının işler hale getirilmesi. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Koordine Makamı: Dışişleri Bakanlığı)

10. Cezaevlerinde bulunan terör suçlularının eylemlerinden zarar gören mağdur ailelerin ve bu amaçla kurln Dernek, Cemiyet ve Vakıf gibi organizasyonların, yürütülen eylemler ve bunlara destek vere odaklara karşı bir tepki olmaküzere gösteri yapmalarının (Uluslararası kuruluşların Türkiye temsilcilikleri önünde vb.) sağlanması. (Faaliyet Zamanı: Gerektiğinde, İcracı Makam: İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı, BYGM.lüğü, TRT Kurumu Gn. Md.lüğü, A.A.Gn.Md.lüğü, Düşünceler: Muhtemel çatışmaları ve kutuplaşmaları engelleyecek tarzda hazırlanacak uygun bir plan çerçevesinde; mümkün olduğu ölçüde şehit aileleri, muharip gaziler ve adli suçlu ailelerinin birlikte yönlendirilmesinin sağlanması.)

11. Cezaevlerindeki eylemler sebebiyle suçlu aileleri ve diğer örgütler marifetiyle yapılan gösteriler esnasında cezaevlerine ve çevreye verdirilen zararın kamuoyuna gösterilmesi. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, TRT Kurumu Gn.Md.lüğü, Düşünceler: Konuya ilişkin hazırlanacak programda; Belediye Başkanları, Bölge sakinleri ve meslek kuruluşlarının temsilcileriyle röportajlar yapılarak, eylemlerin İnsan Haklarına ve kamu düzenine aykırı olduğu hususunun vurgulanması. Yapılan röportajların spot filmler haline getirilmesi.)

12. TRT ve Özel TV kanallarında; eylemlere katılan suçluların psikolojik yapılarını ve eylemlerin Psiko-Sosyal açıdan değerlendirmesini yapabilecek uzmanlar ile (Psikolog, Sosyolog, Hukukçu) ikili programların yapılması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: TRT Kurumu Gn.Md.lüğü, Koordine Makamı: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Düşünceler: Program içerisinde aynı zamanda; terörle mücadelede görev alan güvenlik güçlerinin karşılaştığı zorluklar -basın yayın organlarının maksatlı baskıları, göstericiler tarafından yapılan saldırılar, hakaret ve suçlamalar vb.- ve bu zorluklar karşısındaki psikolojik etkilenmelerinin de dile getirilmesi.)

13. Toplumsal olaylara müdahaleye yetkili polis ve jandarmanın, görev azmini ve yetkilerini zedelemek maksadıyla yürütülen menfi propagandanın, etkisini kıracak ve güvelik güçlerini onore edecek açıklamalarda bulunulması. (Faaliyet Zamanı: Gerektiğinde, İcracı Makam: İçişleri Bakanlığı)

14. Cezaevlerindeki örgütlü eylemler ve eylemcilerin asıl amaçlarını kamuoyuna yansıtacak özel Televizyon Programlarının yapılması ve bu meyanda;
     a. Açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemlere katılan ve bilahare bu eylemlerinden vazgeçerek Devletten yardım isteyen (Gebze Cezaevindeki gibi) teröristlerle röportaj yapılması ve özellikle terör örgütünün cezalandırma şeklini ortaya koyan itirafların kamuoyuna yanısıtılması,
     b. Eylemler sonrasında elde edilen delil ve görüntülerin yayınlanması,
     c. Açlık grevi ve ölüm orucuna katılanlardan hastaneye sevk edilen tutuklu ve hükümlülerin; tıbbi tahlilleri neticesinde, açlık grevinde olmayanların tespiti halinde konunun kamuoyuna açıklanması,
     d. Cezaevlerindeki örgüt hakimiyetinin nasıl meydana getirildiğinin kamuoyuna yansıtılması,
     e. Cezaevlerindeki terörist eylemleri çarpıtarak örgütlerin bir nevi propagandasında alet olan bazı basın-yayınn organlarının olumsuz tutumlarını ortaya koyan yayınlar yapılması,
     f. Eskişehir E Tipi Kapalı Cezaevi'nin çağdaş bir yapıya sahip olduğunu belirtecek yayınlara öncelik verilmesi,
     g. Cezaevlerindeki eylemlerin gerçek yüzünü ortaya koyan devlet yetkilileri ve görevlilerin (Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, İstanbul Belediye Başkanı ve Cezaevi Müdürleri gibi) beyanlarının kamuoyuna yanısıtılması,
     h. Cezaevlerindeki terörist eylemlere karşı Adalet Bakanı ve diğer Devlet görevlilerinin kararlılığını destekleyen siyasi parti ve diğer teşekküllerin temsilcilerinin beyanatlarını yayınlanması. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: TRT Kurumu Gn.Md.lüğü, Koordine Makamı: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı, Düşünceler: TRT Kurumu Genel Müdürlüğü'nün yapacağı bu programlara ilave olarak 8. maddede belirtilen spot programların da yayınlanması. Eskişehir Cezaevinde TRT'nin yapacağı özel TV çekimleri için Adalet Bakanlığı'nca gerekli imkan ve fırsatın tanınması.)

15. Cezaevlerinde yürütülen organize terör eylemlerinin asıl amaçlarını açıklayan yazı, makale, haber ve yorumların yapılmasını sağlamak amacıyla sağduyulu köşe yazarları ve özel TV yetkililerinin teşvik edilmesi. (Faaliyet Zamanı: İvedi, İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, BYGM.lüğü, A.A.Gn.Md.lüğü, Koordine Makamı: MGK Gen.Sek.liği)

16. Cezaevlerindeki eylemler sebebiyle dış kamuoyundan Türkiye'ye yöneltilen/yöneltilebilecek eleştiriler ve tepkilere karşı gerekli açıklamaların yapılması. (Faaliyet Zamanı: Gerektiğinde, İcracı Makam: Dışişleri Bk.lığı, Koordine Makamı: Adalet Bakanlığı, Düşünceler: Dış temsilciliklerimizin konuyla ilgili olarak bilgilendirilmesi ve Bakanlığın haftalık basın toplantısında gerekli açıklamaların yapılması. Bu maksada yönelik olarak Adalet ve İçişleri Bakanlığı'nca, Dışişleri Bakanlığı'na sürekli bilgi akışının sağlanması)

Uzun Vadeli Tedbirler


1. İhtiyaca cevap verecek yeni tip cezaevlerinin inşaa edilmesi ve bunun için gerekli kaynağın sağlanması. (İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makam: İçişleri Bakanlığı)


2. Cezaevlerinde iç denetimin yapılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması. (İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Koordine Makamı: MGK Gen.Sek.liği)

3. Cezaevlerinde personel ihtiyacının karşılanması ve personelin özlük haklarının iyileştirilmesi. (İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makamı: İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı)

4. Özel TV ve basın-yayın organlarının Devlet aleyhinde olan konuların istismarını önleyecek yasal düzenlemenin yapılması. (İcracı Makam: Adalet Bakanlığı, Koordine Makamı: İçişleri Bakanlığı)

Adnan Yılmaz
Pl. Bşmüşv.V. 

2 Haziran 2012 Cumartesi

Kürtaj/Sezaryen Poker

Tamam, erkekegemen toplumuz, tamam, kadın doğurdukça makbul gözümüzde. Bunların hepsini biliyorduk, muhafazakâr değer yargılarının enteresan inanışlarla beraber geldiğini de biliyorduk da, sağanak yağmur formunda boşalması fazla garip oldu hakikaten. Aşağıda çeşitli AKP milletvekillerinin, köşe yazarlarının yaratımı şaheserler var, birbirlerinin restini görüyor ve sürekli arttırıyorlar, durduramıyoruz.

Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan: "[Sezaryenle doğumun] bu ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum, bunların planlı olduğunu biliyorum. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Her kürtaj bir Uludere'dir."

Recep Akdağ, Sağlık Bakanı: "Bazen, 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' deniyor. Gerekirse öyle bir durumda çocuğa devlet bakar." (mealen, tecavüze/enseste uğrayan doğursun, çocuğu devlete versin)

Ayhan Üstün, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı: "Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı. Bosna'da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular."

Ayhan Üstün, gene: "Kürtaj bir insanlık suçudur."

Zeynep Karahan Uslu, AKP milletvekili (konuk sanatçı): "Yüreği yeten kürtajı izlesin." (Yüreğimizin izlemeye yetmediği tüm ameliyatları yasaklayalım, doğum da dahil?)

Muhittin Yıldırım, SP Genel Başkanı: "Zinanın serbest bırakılması kürtajın temel sebebi."

Recep Akdağ: "Kürtaj bu ülkede 12 Eylül'ün ardından oldu bittiye getirilerek serbest bırakılmıştır. Toplumun haberi olmadan, tartışılmadan alınan bir karardır ve sağlıklı değildir." (Doğru şimdiki yasa tasarısını çok demokratik bir platformda tartıştık.)


Ayhan Üstün: "Kadın da insandır." ve akabindeki müthiş monolog.


Cevdet Erdöl: "...mevzuatınızdaki çocuk tanımı kapsamının genişletilerek, 0-18 yerine eksi 1 ila 18 yaş aralığını içine alacak şekilde yeniden tarif edilmesinin gerekli olduğuna inanmaktayım." (UNICEF başvurusundan)

Mehmet Ali Bulut, yazar: "Sezaryenle doğan çocuklar anne katili oluyor" ve daha fazlası.

Melih Gökçek, gülen adam: "Zina yapınca çocuğun kabahati ne? Anası kendisini öldürsün."

Kesin unuttuklarım vardır da, zaten bu kadarı bile yeterli sanırım. Çıktıkça yeni bir şeyler eklerim.

Ekleme: Seda Sezer, aile hekimi: "Tecavüze uğrayan kişi kürtaj yaptıracağına tecavüzü gerçekleştiren kişiyi öldürsün ikisi de cinayettir."


1 Haziran 2012 Cuma

Kürtaj Konusu

 

Başbakan, Uludere konusunda kendi tabanından dahi tepki görmeye başlayınca şapkadan bir tavşan çıkarmalıydı, o da kürtaj konusu oldu. Konu ilk ortaya atıldığında bunun klasik AKP pragmatizmi uyarınca ortaya atılmış ve biraz sular durulunca geri çekilecek bir demeç olduğunu sanmıştım (bu konuda akla ilk gelen  örnekler alkol yaşı kısıtlaması, idam cezası geri gelsin tartışması, zina vs.) lakin mevzu aldı başını yürüdü ve yasa taslağı olarak kapımıza dayandı. Tabii burada Başbakanın yıllardır sahip olduğu "daha çok nüfus, kadınlar, yemeyin içmeyin doğurun!" takıntısının da payı büyük.

Kürtaj konusu, mensubu olduğum düşünce ekolünü (insan hakları ve bireysel özgürlük temelli, kamu politikaları nezdinde kar-zarar analizini öngören) en çok zorlayan konulardan birisi. Çünkü insan hakları kısmında, temelden bir çelişki içerebiliyor farklı bakış açılarına göre. Kürtaj konusunu "haklılık/haksızlık" perspektifinden tartışmak o yüzden sakat, ve lakin tartışma platformu "yaşam hakkı/seçim hakkı", "cinayet" gibi tanımında uzlaşılmayacak/kesin tercih yapılamayacak eksenlerde şekilleniyor.

I. Tartışma Zemini


Bunu biraz açayım: Kürtaj konusunda, genelgeçer bir tutum almak sözkonusu değil. "Bebek benim karnımda, istediğimi yaparım" pozisyonuna "o fetüş bir canlı, cinayettir bu!" kontrası geliyor. Sonrasında tartışmalar fetüsün ne zaman canlı olarak kabul edilebileceğine bağlanıyor. Bu konuda her dinin ve hatta mezheplerin referansı farklı, o yüzden din temelli bir açıklamada dindaşların bile buluşması zor.* Seküler açıdan yaklaşıldığında da durum farklı değil. Mesela bir görüş, en erken prematüre doğumda hayatta kalmış bebeğin referans alınmasını öngörürken, diğer bir kesim bebeğin "hissetmeye" başladığı anı referans alıyor. Kimisi ilk kalp atışı diyor, kimisi doğum anını öngörüyor. Bu kadar karmaşık ve çok yönlü bir husus kesin karara bağlanamaz.

Bu durumda tartışmayı bu eksende yürütmenin faydası yok, çünkü bu pozisyonlarda tutarlılık da arz edilmiyor. Örneğin "fetüs canlıdır!" diyen bir insanın, düşük yapıldığında cenaze töreni düzenlediğini hatırlamıyorum. Ya da "devlet eliyle cinayet işlenemez" gibi aslında çok genel ve mantıklı bir pozisyonun, Türkiye devlet-vatandaşlık kontratında yeri olmadığı da aşikar: Devlet bizi gözaltında da öldürür, biber gazıyla da öldürür, askerde eğitim zaiyatı da sayar ve kimse ondan hesap soramaz. Ya da "bebek doğmadan, duygu-düşünce sahibi olmadan canlı sayılamaz" görüşünün, diğer canlı varlıklara ilişkin tartışmalarda tutarsızlık riski oluyor.

Bu bahsettiğim içkin çelişkiler yüzünden tartışma "kürtaj olursa ne olur, olmazsa ne olur" temelli bir "kar-zarar analizi" ile ele alınmalı diye düşünüyorum.

II. Kürtaj Neden Yasal Olmalı?


Kürtaj var, ve de yasadışı iken bile gerçekleştirilen bir yöntem. Düşük yapmaya çalışma, vajinaya çeşitli cisimler sokma gibi çok tehlikeli yöntemlerle, ya da yeraltında çalışan güvencesiz kliniklerle gerçekleştirilen bir operasyon bu.** Devletin bu konuda pozisyon alması, özellikle de "cinayet" temalı bir pozisyon alması bu yüzden sakat. Devlet, "cinayeti engelleyeceğim" diye dolaylı yoldan bir çok cinayetin ortağı olma riskiyle karşı karşıya. Bunun içine aile/çevre baskısı gibi normal, tecavüz vs. gibi ekstrem durumlar girdiğinde ortaya çıkabilecek hasarın haddi hesabı yok. Devletliler kürtaj serbest iken kimsenin hobi olarak haldır huldur kliniklere koşup fetüs aldırdığını sanıyor olabilirler, fakat kürtaj kolay bir operasyon değil psikolojik olarak. Bunun da yanısıra, kürtaj seçeneği olmadığı için bebeğini gizli gizli doğurup daha sonra öldürme vakalarının da olduğunu biliyoruz.

Tüm bu verileri ve gereksiz yere sıralamaya gerek duymadığım olumsuz koşulları alt alta dizdiğimizde, devletin etik sebeplerle kürtaj yasaklamasının aslında o sakınddığı etik sebepleri bizzat empoze etmesi gibi bir çelişkili durum ortaya çıkıyor.

III. Uygulama Nasıl Olmalı?


Kürtajın yasal olması demek, gene sanılanın aksine herkesin kürtaj yapmaya zorunlu bırakılması demek değil. Kürtaj özel bir sağlık hizmeti olarak sınıflandırılır ve her türlü güvence sağlanır, doktorlara kürtaj yapıp yapmama özgürlüğü tanınır (ki zaten böyle bir durum fiilen var), bireysel ilkeler çerçevesinde ele alınması gereken bir olay "doktor-hasta gizliliği" çerçevesinde değerlendirilir. Ne devlet, ne aile, ne de bir başkası bu düzenlemeye müdahil olur, pozisyon almak zorunda kalır.


IV. Bunu Neden Tartışıyoruz?


Türkiye özelinde fiilen gayet de düzgün bir şekilde işleyen, kimsenin de esasen şikayetçi olmadığı (senelerdir hiçbir seçim programında kürtajla ilgili bir madde görmedim, propaganda malzemesi olarak kürtajın bahsinin geçtiğini duymadım) sistemin birden bozulmasının iki sebebini yukarıda açıkladım zaten: Popülizm ve AKP politikalarındaki nüfus fetişi. Bu fetişin ima ettiği ve genel anlamda çok daha kötü bir yere giden ataerkil zihniyet de cabası tabii. İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı'nın TV programında "Kadınlar da insan" cümlesi kurabildiği bir zamandayız, muhafazakar/erkekegemen zihniyet Üsküdar'ı geçmeye çalışıyor. Kadınların işgücüne katılımının usülen bile teşvik edilmediği, "en az üç cocuk, hem çamaşır makineleri de var artık" gibi abuk beyanatların gündemi sarmaladığı bir zaman bu.***

Kürtajı bağımsız olarak değerlendirdiğimizde bile yasallık en mantıklı pozisyonken, bu çerçeveden baktığımızda, kullanma yanlısı olmadığım bir kelime olmasa da, "kürtaj hakkı" için direnmenin önemi ortaya çıkıyor.

V. Epilog


Bu konu daha dallanır budaklanır, ABD'deki "Roe v. Wade" başlıklı kürtajı yasadışı olmaktan çıkaran ama eyaletlere çevresel kısıtlama hakkı tanıyan karara, AKP'nin ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ile politik partner haline gelmesine, Almanya ve Fransa'daki zamanında yapılmış "Ben de kürtaj yaptırdım" kampanyasına, "If These Walls Could Talk", "Revolutionary Road", "4 Months, 3 Weeks, 2 Days" gibi filmlere, George Carlin'in muhteşem skecine kadar gider aslında.

 * hkubra'nın konuyu İslami perspektiften ele aldığı şu güzel yazı okunabilir. 
**Bu konuda istatistiki bilgi isteyenler Emrah Göker'in blogunda kürtaj anahtar kelimesini aratabilirler.
***Bu da sosyalistfeministkollektif.org sitesinde yayınlanan, olaya kadın hakları perspektifinden bakan bir yazı. Bulan meltem'e teşekkürler.