2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Hilal Kaplan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hilal Kaplan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2012 Pazartesi

Hilal Kaplan ile Eleştirel Düşünmeme 101

Haftasonu Hilal Kaplan'dan müthiş bir yazı geldi. Yazı müthiş, çünkü çok makul ve haklı bir eleştiri ile başlayan bir yazı, bütün mantıkî düşünme metodlarını, nesnellik ve öznellik çizgilerini, toplum sözleşmesi kavramını falan her şeyi ters yüz ediyor. Köşe yazısı okumayı bırakalı uzun süre oldu, artık sadece fazlaca tedavülde kalan yazılara bakıyorum, hadi diyelim okudum, üzerine bir şey yazmayı da zaman kaybı olarak görüyorum; fakat elimizdeki örnekte olduğu gibi ekstrem örneklere değinmemek değinmekten daha can sıkıcı oluyor. Soru-cevapla ilerleyelim:

"Liberalinden solcusuna kendisine demokrat diyen tüm aydınlar, devletin kendini ideolojik manada askıya alarak farklı görüş, ideoloji ve inanç biçimlerinin birbirine müdahale etmeden birlikte yaşamasına olanak sağlamasını savunurlar."

Bravo Hilal Hanım, kıyafet konusundaki gereksiz düzenlemeleri bu genelgeçer özgürlükçü perspektiften eleştirmek mantıklı bir duruş.

"Fakat ne hikmettir ki sol/liberal entelektüellerimiz, mesele başörtüsü olunca devleti göreve çağıran birer vazife insanına dönüşüyorlar. Çünkü başörtüsü ve onun simgelediği hayat tarzı, kendilerinin "iyi hayat" anlayışına uymuyor ve bu sebeple söz konusu hayat tarzını sürenlerin yaşam alanlarına devletin müdahalesini meşru görebiliyorlar."

Bir dakika, bir dakika. Buraya nasıl geldik? Öncelikle kim bu sol/liberal entelektüeller? Devletçi liberal anlayışı eleştiriyoruz da, "göreve çağırma" eylemi ne zaman gerçekleşti? Sonra, "iyi hayat" anlayışı ile kast edilen ne ki? Bireylerin iradesinin hür kılındığı ve üzerinde bir tahakkümün oluşmadığı bir hayat iyi hayattır, bundan ötesini savunan zaten liberal olamaz. Neyse, herhalde ileride açıklarsınız.

"Sanırım bu yüzden bir kızın başı açık yaşamaya devam etmesi sorgulanmaz, hatta sorgulanması abes kabul edilir. Başı açık kızın, "başı açıklığı" üzerindeki aile otoritesinin sınırları da sorgulanmaz. Başı açık olmaya kaç yaşında karar verdiği de sorgulanmaz."

Nasıl? İnsan başı açık bir şekilde varlığına kavuşuyor, neden başı açık olmaya karar vermek gibi bir şey geçerli olsun ki? Yani insanlar bir toplumda mevcut olan her dini kıyafete dair bir seçim yapmak zorunda mı? Mesela insanların "haç takmama"ya kaç yaşında karar verdiğini de sorgulayacak mıyız? Ya da kipa? Dinin reşit bireylerin bir seçimi olduğunu kabul ediyorsak, dinî bir kararın verildiği yaşa kadar "seçimsiz" olunması normal değil midir?

"[Başı kapalı olanın] tercihlerine yaş sınırı konabilir; hatta dediğim gibi bazı 'demokratlar' utanmadan devleti göreve de çağırabilir."

Ya birincisi, kim bunlar hakikaten? İkincisi, buradan anlıyoruz ki aile otoritesini devletin otoritesine üstün tutuyorsunuz, hadi şimdiye kadar kızgınlıkla -kime kızdıysanız- dediklerinizi unutalım ve bu noktadan hareket edelim.

"Mahremiyetin tesisi hem bireyselliğin hem de toplumsallığın kurucu koşullarındandır. Üstelik hiç kimse, mahremiyetinin sınırlarını kendi özgür iradesiyle belirlemez. Bizim için bunu ya toplumsal kurallar ve/veya devletin öngördüğü düzenlemeler ya da din yapar."

Birincisi, mahremiyete nereden geldik şimdi? İkincisi, bireyin ve ailenin tercihi önemliydi hani, neden şimdi devletin öngördüğü düzenlemelere birden saygı duymaya başladık? Neden devleti göreve çağırıyorsunuz?

"Örneğin hiçbir kadın özgür iradesiyle istese bile göğüslerini açarak sokağa çıkamaz. Ya da bir erkek, işyerine şortla gidemez. Çünkü bu toplumsal-siyasal kurumların bizim için belirlediği mahremiyet sınırlarının ihlali anlamına gelir."

Bir dakika, sanırım şunu diyorsunuz: Mahremiyet bireylerin değil toplumun iradesindedir, o yüzden devlet toplumsal sözleşme gereği bunu düzenler. İyi de bu toplumsal sözleşme ne zaman ve neye göre yapıldı ki? Devlet sadece mahremiyeti düzenleyen bir kurum mu olacak, başka maddeleri yok mu bu sözleşmenin?

"Ancak konulan mahremiyet sınırları, mahremiyeti tesis etmeye yöneliktir; ihlal etmeye değil. Başörtüsü yasağındaysa, bunun tam tersi gerçekleşmiştir. Okul, hastane, belediye binası gibi ortak ve kamusal yaşam alanlarında mahremiyeti ihlal etmeye yönelik bir kural getirilmiştir. Başörtülü kadınlara başlarını açmaları emredilerek mahremiyetleri hiçe sayılmıştır. Başı açık bir kadına, vücudunun istemediği bir bölgesini zorla açtırmaktan hiçbir farkı olmayan bu uygulama, mahremiyeti ihlal etmediği sürece diğer kılık kıyafet uygulamalarıyla eşitlenemez, aynı simetride değerlendirilemez. Bu bağlamda nasıl ki işyerlerinde şort giyilmesi idare tarafından yasaklanabiliyorsa, okullarda da şort giyilmesinin yasaklanmasının abes bir yanı yoktur."

Oy oy oy. Yani devlet, toplumun ona verdiği yetkiye (?) dayanarak bireyleri istediği kadar örtebilir, ama aynı devlet bireylerin istediği kadar açık giyinmesini engellemekle yetkilidir? Ya bu mahremiyet uzlaşısı nereden geliyor? Burada bahsettiğimiz toplumsal sözleşmeyi kim yaptı? Siz kendi değer yargılarınızı devletin koruması gerektiğini söylediğinizin farkında mısınız? Devleti burada göreve çağırmıyor musunuz yani?

"Devletin, okul alanı içindeki mahremiyeti bacakların dize kadar örtülmesi olarak belirlemesi mahremiyetin ihlali değil, tesisidir. Başörtüsü takılmasının yasaklanmasıysa mahremiyetin tesisi değil, ihlalidir."
,
İhlal ile tesis illaki zıt şeyler değil ki! Mahremiyetin ölçütlerinin belirlenmesinden bahsediyoruz burada! Yani yarın öbür gün başka bir devlet gücü başörtüsünü de yeterince "mahrem" bulmasa ve onu yasaklayıp peçeyi bir standart olarak kabul etse, bunu da onaylayacak mıyız "mahremiyetin tesisi" diye? Başörtüsünü din ve vicdan hürriyetinden çıkarıp "ahlak, namus" gibi bir boyuta getirmenin sıkıntısını hiç mi düşünmüyorsunuz bunu yazarken?

"Hem bireyselliğin hem de toplumsallığın kurucu şartına aykırıdır."

Hayda, gene mi bireysellik adına yapıldı bu? Yani başı açıklıkta aile otoritesi sorgulanmalı, başı kapalılıkta devlet göreve çağrılmamalı, ama "bireysellik" ve "toplumsallık" gereği aynı devlet mahremiyet standartları belirlemeli? Gözlerim belerdi.

"Üstelik kılık kıyafetimizi düzenleyen mahremiyet sınırları, en başta bize ailemiz tarafından öğretilir."

YANGIN VAR! Yani aile bize mahremiyet sınırlarını öğretiyor, ve otorite. Ama farklı mahremiyet standartları olduğunda devlet görev yapıp en uçtaki mahremiyeti benimsiyor, ve onun yaşanmasını sağlıyor. Hadi bu da tamam, e sonra aynı devlet gelip mahremiyet standardı daha düşük olan ailenin otoritesini ihlal ediyor? Nerede birey, nerede aile, nerede devlet, nasıl oluyor bu iş ayh bayılıyorum.

"Neyse ki, göreve çağrılan devlet, bir süredir Ak Parti hükümetine tekabül ediyor."

Oh, neyse ki Hilal Hanım baklayı ağzından çıkarıyor. Ak Parti hükümeti göreve çağrılırsa, Hilal Hanım'ın kendi öznelliği ile belirlediği fakat nesnel diye bize sattığı ahlak standartları toplumsal yaşamı düzenleyebilir, ama toplumun gene önemli bir kesimini oluşturan laikçilerin öznellik ile belirledikleri standartlar bir uygulanırsa abaaav. Hem de sol/liberaller de devleti göreve çağırıyorlar hem de utanmadan.

Özet: Burada olan biten yeni aydınların ödünç aldıkları birey ve özgürlük gibi kavramlardan istifa edip, özdeki muhafazakâr dile geri dönüşleri. Solun, liberalin, mutaassıpın Türkiye'deki diskurda buluştuğu nokta dönüp dolaşıp "ahlak, vicdan, namus, haysiyet, mahrem" (@quadroz) eksenine geliyor. Bu noktada objektif kriterler konması mümkün olmayacağı için de, böyle bir ikilem, ve hatta çokleme düşülüyor. Hilal Hanım'ın istediği gibi devlet kendi mahrem standartlarını, başkasının hürriyet ve mahrem standartlarını ihlal pahasına görev yapabilir, o zaman iyi devlettir, aile, birey hepsi uzlaşı içindedir. Ama böyle arada farklı düşünen aileler, bireyler falan oluyor, onlar da gidip devleti göreve çağırıyorlar, o zaman işte bozuşuyoruz. :((

24 Nisan 2012 Salı

1915'i Yeniden Yazmanın Dayanılmaz Hafifliği

Daha bir-iki gün önce, "Abdülhamid iyiydi, muhalefet yoktu, İttihatçılar geldi, ülkeyi bozdu" tekerlemesi ile şekillendirilen yeni tarih anlayışını eleştirmiş, İttihat ve Terakki'nin Abdülhamid'e karşı bir şemsiye oluşum olmasından, o oluşumdaki liberallerin dahi "silahlı müdahale" opsiyonunu düşünmesine değinilmemesinden, "darbecilik = İttihatçılık" denkleminin Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın Halaskâr Zabitan destekli muhtırasını yok saymasından dem vurmuştum.

Gelgelelim Hilal Kaplan 23 Nisan 2012 tarihli yazısında bambaşka bir kapı açtı bizlere, daha önce hiç düşünülmemişi -en azından benim bildiğim kadarıyla- yaptı ve "1915 Olayları Anadolu'yu İslamsızlaştırma hareketinin başlangıcıdır" diyerek 1915 soykırımından müslümanlara mağduriyet çıkardı. Kendisine bu yazıyı yazarken hangi birincil ve ikincil kaynaklardan yararlandığını sordum, 24 saatir cevap alamadım. Bu yüzden de bu yazının tamamen en başta bahsettiğim anakronik tekerlemeye iliştirilmiş altyapısız bir yeniden tarih yazımı denemesi olduğu kanaatim pekişti.

Kaplan'ın tezinin doğru olabilmesi için veri ile desteklenmiş birkaç önkabul lazım. Mesela öncelikle İttihatçıların kafasında "laik" bir "ulus" tanımının o zaman olduğunu, tehcirin bu amaçla yapıldığını ve daha önceki olaylarla ilişkisinin bu temelde kurulabileceğini göstermeniz lazım. Sonra destekleyici olarak Ermenilerin İttihatçı iktidarına kadar "Osmanlı'nın çok dinli, çok dilli" yapısı altında sıkıntılarının olmadığını da gösterebilmeli ki 1915'in salt yaratılmış bir "laik ulus yaratma büyük planı"nın ürünü olduğunun altını çizebilelim.

Tabii bunları yaparken, çok somut bazı şeyleri de açıklayabilmek lazım. Mesela Taşnaktsutyun (kısaca Taşnak) neden İttihat ve Terakki Cemiyeti ile 1909'a kadar işbirliği yapmıştı Abdülhamid'e karşı? Jöntürk Kongreleri'nde neden Taşnak mümessilleri bulunmakta idi? 1894-96 Hamidiye Katliamları, "laik ulus yaratma" büyük planının neresine düşmekte idi? İttihat ve Terakki'ye karşı ayaklanma olarak başlayıp Ermeni pogromuna dönüşen 1909 Adana Katliamı hangi "laikçi" yapılanmanın tertibi idi? 1914'te Taşnak ve Hınçak Kongreleri'nde alınan -özetle- "savaşmayalım, savaş çıkarsa da devletin yanında olalım" kararları ve İttihat ve Terakki ile geçici işbirliği planları "İslamsızlaştırma" büyük planına dahil midir, bu komplo da Ermeniler de mi rol oynamıştı yoksa?

Eğer Hilal Kaplan yazısını bir "alternatif tarih teorisi", bir "sesli düşünme" olarak şekillendirse amenna, ilginç  olur, tartışılır vs. Yalnız şu tür ifadelerin olduğu bir yazıda insan doktora tezi ciddiyeti ve inanmışlığı görüyor: "Özetle, laikçi toplum mühendisliğinin ilk aşaması gayrimüslimsizleştirme (toplumsal/dinî önderlerinden başlayarak nüfusu ve onları hatırlatan eserleri yok etme veya kapatma), ikinci aşamasıysa İslâmsızlaştırmadır."


Hilal Kaplan "Atalarınız bu çok dinli yapıyı oluşturup koruyanlardan mı, yoksa onu hoyratça harcayanlardan mı diye düşünmeye değmez mi? Çünkü ikisi aynı anda olamaz... Bir Müslüman olarak benim yüreğim ne ata fetişizmiyle ne de Avrupa Birliği müktesebatıyla bağlı; ancak ve sadece 'adaleti ayakta tutanlardan' olmamı emredene bağlı..." cümleleriyle de bu ironik çalışmasına güzel bir nokta koyuyor gerçekten. Ataların çok dinli yapıyı oluşturup koruması önkabulü, yakın tarihi bir çırpıda siler atarken, Kaplan'ın yarattığı dikotomiden sonra "ata fetişizmi"ni reddetmesini mantık ile açıklayabilmek mümkün değil, ya da benim zekamın hakim olamadığı girift bir örgü var.

Adaleti ayakta tutma isteği önemli ve bu konuda hemfikiriz, fakat tarihi böyle yeniden yazarak, günahlardan el yıkayarak, başkasının mağduriyetinden yeni mağduriyetler inşa ederek adaletin ayakta tutulabileceğini hiç zannetmiyorum.

Günün anlam ve önemine uygun olarak da Talin Suciyan'ın şu güzel yazısını dipnot olarak düşüyorum.

Ekleme: Hilal Kaplan yazısıyla ilgili bir açıklama yapmış meğer ben bu yazıyı yazarken. Açıklamasında tezini doğrudan destekleyen bir kaynak yok. Özetle: "Gayrimüslimlerin tasfiyesi ve Türk olmayan Müslümanların asimilasyonu amaçlanıyordu, İttihatçılar da laikti hepimiz biliyoruz, İslam kisvesiyle Müslümanları da kandırdılar ne yazık ki, o yüzden tezimin arkasındayım." ,

Yazımda da dediğim gibi bu ilginç bir akıl yürütme olabilir ve tartışılır, lakin bunu doktora tezi kesinliğinde yazmak, üzerine açıklamada yazıdaki tez ile alakasız alıntılar verip "ödevinde yeterince referans olmadığını fark edip cümle serpiştiren lisans öğrencisi" taktiğini benimsemek hiç ikna edici değil.

Zira sonuçlara bakıp sebep uyduran bir bilim değildir tarih.