2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Halil Berktay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Halil Berktay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Kürtlere Soykırım Yapılıyor! (Kredi SVP)

Halil Berktay 1 Mayıs tartışmalarıyla gündemin göbeğine oturduğundan beri bu konu hakkında birçok yazı okudum. Çoğu yazının girizgahında Berktay'a itiraz edilmeden önce kendisinin yetkinliğine dem vuruluyor, akademik kişiliği önemseniyor. (bkz: Ferdan Ergut, Erol Katırcıoğlu, Adil Demirci vs.) Önemsenebilir tabii, fakat kendisinin akademik yayın sayısı bir elin parmağını geçmezken, bu akademik önemin nereden geldiği konusu kafa kurcalıyor. Bunun da ötesinde, kendisi profesör olmamasına karşın tartışma programlarında, yazılarda vs. profesör olarak lanse ediliyor.


1 Mayıs tartışmasında ve dahi genel olarak böyle bir krediye ulaşmasının sebebi ise gene bu tartışmadaki kimi yazılarda açıklanıyor: Yıllar önce bir röportajda/konferansta Ermeni Soykırımı demiş olması. Bunu hem kendisi, hem başkaları yapıyor. (bkz: Yıldıray Oğur, Halil Berktay)


Takdir edersiniz ki, birkaç popüler tarih yazısıyla ve iki cesur beyanatla "yetkin tarihçi" ve hatta "profesör" olabilme şansı iştahımı kabarttı. O yüzden an itibariyle bu doğrultudaki akademik çalışmamı buraya aktarıyorum.)



Türkiye tarihi ortak acılar, ve bu ortak acıların inkarları ile yazılmıştır. Kemalist zihniyetin lobotomi yaptığı zihinlerde yeşermiş idealar, insanların değil geçmişi, bugünü dahi idrak edememesine yol açacak denli bir hasarın işaretidir. Değerli Prof. Halil Berktay'ın da dediği gibi, sosyal bilimlerde asgari ve yeterli açıklama diye bir şey vardır. Bu şey uyarınca, apaçık ortadadır ki, bu ülkede on yıllardır Kürtlere soykırım yapılmaktadır, ve bunu bizzat itiraf eden de TCK'nın 76. maddesidir.

Ne demektedir bu madde? Parantez içinde yorumlayarak inceleyelim.
*******
Soykırım

Madde 76 - (1) Bir plânın icrası suretiyle (milli güvenlik/terörle mücadele), millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun (Kürtler) tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme. (JİTEM)

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme. (Diyarbakır Cezaevi)

c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması. (Köy boşaltma/yakmalar)

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması. (Kürtler çok çocuk yapıyor!)

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi. (ÇEK himayesine alınan "taş atan çocuklar")
*******
Bu fiillerin birinin işlenmesi dahi soykırım suçunu oluşturacakken, yukarıdaki örneklerde açıkça görüldüğü gibi beşi dahi için "asgari ve yeterli açıklama" bulunmaktadır. Türkiye'de Kürtlere soykırım yapılmıştır/yapılmaktadır, ve bunu da açık yüreklilikle dile getirecek akademisyenlerin olmaması bir trajedidir.

Bunu Mayıs 2012'de söylüyorum, ama umarım ki 10 yıllar boyunca tartışılır, bu ben yazmasam üstü kapalı kalacak gerçekler açıklığa kavuşur.

İklimsel Şerh: Bu yazıda dile getirdiklerim olguları değil, söylemleri/üslupları hafife almaktadır. Bu topraklarda soykırım yapılmıştır ve zihniyet aynı kaldıkça, fırsat bulundukça da yapılacaktır.

12 Haziran 2009 Cuma

Köşe yazarları, söz düelloları ve dezenformasyon

Zaman zaman akademisyenlerin, aydınların, fikir adamlarının ve gazetecilerin basılı ve görsel medyada gerek kendi köşelerinden gerekse sözlü açıklamalarla hararetli söz düellolarına, atışmalara ve hatta terbiye sınırını aşan ve giderek kişiselleşen bir üslupla yürütülen karşılıklı karalama kampanyalarına tanık oluyoruz. Tartışarak fikirleri çarpıştırmak insanların sağlıklı fikir oluşturabilmesi için muhakkak faydalıdır. Karşı görüşün sorgulayıcı testinden geçemeyen argümanların, tezlerin, iddiaların elenmesinde hiçbir sorun yok. Fakat çoğu zaman taraflardan birinin belden aşağı vurmasıyla tetiklenen atışma süreci bambaşka amaçlara hizmet ediyor. Bunlardan biri de dezenformasyon.
Türk medyasında "yandaş basın" ile "sözde bağımsız basın" arasında süregiden seviyesiz savaşlara paralel ama daha entelektüel(!) bir düzeyde ilerleyen bir mücadele daha var. Aydınlar ve akademisyenlerin -ki bir kısmının aydınlığı da bilim adamlığı da tartışılır- kendi aralarında ufak polemiklere girmesi ile alevlenen bu tarz mücadelelerin sonuncusuna Murat Bardakçı - Murat Belge kapışmasında tanık olduk. Mesele sözümona tarihsel bir bilgi hatasını düzeltmek gibi masum bir gayesi olan Bardakçı'nın yazısı ile başlayıp kaçınılmaz olarak iyi tarihçilik nedir kötü tarihçilik nasıl olur, kim iyi bilim adamı kim bir halta yaramaz eksenine doğru kayıyor. Bana kalırsa Murat Bardakçı biraz şahsi ihtiraslarını ve egosunu tatmin etmek ve belki biraz da yazarı olduğu Habertürk'ün ve ulusalcı zevatın "şu entel liboşlara" günlerini gösterelim yollu gazına gelerek Murat Belge'ye alaycı bir üslupla "senin neyine tarih yazmak, Boğaz yalılarının tarihçesini anlatmak" mealinde sataşıyor. Taraf gazetesinden Murat Belge iki köşe yazısını (1 ve 2) Bardakçı'ya cevap vermeye ayırıyor. Hemen ardından Belge bu sefer de Habertürk ve diğer ulusalcı basının karşıt görüşlü aydınları ve yazarları linç etme, hedef gösterme kampanyası hakkında daha genel bir yazı yazıyor. Sonra meseleye Halil Berktay da katılıyor. Murat Bardakçı ve ona arka çıkan Habertürk gazetesinin kurucusu Fatih Altaylı'yı eleştiren bir yazı da o yazıyor. Bir süre sonra Bardakçı bir karşı yazı ile altta kalmaya niyetli olmadığını gösteriyor. Bunu Berktay'in birbirini takip eden iki yazısı izliyor (1 ve 2). Ben link vermekten yoruldum ama yazarlarımız atışmaktan yorulmuyorlar. Bardakçı hakaret dolu bir yazı ile seviyeyi en dibe indiriyor. Berktay da tonu iyice sertleştirip karşı atağa geçiyor. Mücadelede son yazılar 6 Haziran'a ait. İki taraf da aynı tarihte birer yazı daha (Bardakçı vs. Berktay) patlattılar ve böylece birbirlerine bir kez daha gözdağı vermiş oldular. Bu tarz atışmaların sona ermesi biraz zaman alır. Genelde açıkça dillendirilmeyen karşılıklı bir ateşkes ile sonlanır. Peki ya sonra? Tüm bu söz düellosunu takip eden okurlar biraz da ideolojik eğilimlerine göre kendi kazananlarını belirlerler. Geride hiddetle ortaya saçılmış iftiralar, verilen yanlış bilgiler ve sadistçe bir zevkle ifşa edilen özel hayatlar kalır. Okur bu kapışmayı biraz da karşılıklı saldırıların o magazinel içeriğinden, o düşmanın mahremini deşen bilgi kırıntılarından aldığı gizli zevkle takip eder. Bunun bedeli, çoğu asılsız ve tutarsız bir takım iddialarla kafası daha da bulanmış olarak yoluna devam etmektir.