2011 Uludere katliamı: 29 Aralık 2011. http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com
Aydınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aydınlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2013 Pazar

Ateşkese ve barış sürecine dair

Laf kalabalığına daha düzenli bir formda katkı yapmak ümidiyle. (Sıkılan son maddeye geçsin)

1. Neden ateşkes oldu ve barış süreci olgunlaşıyor?

Bugüne kadarki empas: Daha önce "Kürt Sorunu, Pozisyonsuzluk ve Şiddet" diye bir yazı yazmış, sorunun çözülmesine dair bir sıkıntıdan bahsetmiştim: Devletin PKK'yı işine gelince "terörist örgüt" olarak görmesi ve operasyon yapması, işine gelince de görüşmede taraf olarak alması bunlardan biriydi, yani devlet karşıdaki tarafla barış yapıp masaya mı oturacak, yoksa bu örgütü doğuran koşulları ortadan kaldırmaya mı çalışacak, belli değildi. "Hem karnım tok olsun, hem ekmeğim somun olsun" kafasıyla sorun çözülemezdi, nitekim çözülemedi de. Devlet, BDP'yi Kürt hareketinin siyasal temsilcisi olarak görmeye ve PKK'yı doğrudan muhatap almaya hiç olmadığı kadar yakın. (%100 değil henüz, zira KCK davası gibi bir hayalet var ortalıkta gezinen) Ama bu kilitlenme çözülüyor gibi, güvenlikçi kafa da görüntü itibariyle kısmen tasfiye edildi.

Oyunun kurallarının değişmesi: Şimdiye kadar iki tarafın da fedakarlık yapıp, elinde tuttuğundan daha iyi bir sonuç alabileceği denklem yoktu. Bir nevi tutsak ikilemi. Milliyetçilik fenomeni, iktidarın güvenlikçi söylemden ekmek yemesine, bu söylemin sürmesi de Kürt tarafının silahlı mücadelesinin kendi kitlesi gözünde meşru kalmasına yol açıyordu.

Bu durumda ya iki tarafın da kazanacağı bir gelişme olacak, ya da oyunun yapısı değişecek ki bu kilit kırılsın: Aradığımız gelişme de Arap Baharı ve onun getirdiği dinamikler oldu. Birincisi, Suriye, Irak, İran gibi ülkelerle aramızın bozulması, PKK'yı potansiyel olarak daha güçlü bir konuma soktu. İkincisi, değişen koşullarda (ve yakın gelecekte sınırlarda) Kürtler yeni bir doğal partner olarak ortaya çıktı.

90'lı yıllarda da dile getirilmiş bir "federasyon" ya da "konfederasyon" düşüncesinin günümüzde optimal bir çözüm olabileceğini söylemek artık idealistlik/komploistlik değil.

2. Neden henüz barış değil?

Kurumsal değil, kişisel ilerleyen süreç: Benim barış süreci konusundaki en büyük endişem, Türk tarafındaki beklentisizlik. Hükümet ve sözcü medya cephesinden gelen söylemlere bakınca iki ihtimal ortaya çıkıyor: Ya Türk tarafının nabzı düşürülmeye çalışılıyor, ya da cidden erk sahibi ciddi bir kesim burada kendi koşullarıyla bir savaş kazandıkları/örgüt yendikleri düşüncesinde. Kurumsal altyapı oluşmadan (meclis kararı, komisyon, kanunlar vs.) bu sürecin birkaç kişinin iradesine bağlı olarak ilerliyor olduğu ihtimali korkutucu. Hele ki "oh barış geldi" haklı rehaveti varken.

Ağırlıkla Kürt tarafının adımları: Bu girişi okuyunca "ne yani hükümet ilk defa barış masasına oturdu daha ne yapsın?" tadında bir tepki verebilirsiniz de, bu sizin miyopik bir halde Türk tarafından baktığınız haricinde bir şey göstermez. Dışarıdan bakılınca mesele şu: PKK, daha önce 8 defa ateşkes yaptı ve ne olduğunu biliyoruz. Öcalan, daha önce de silahlı mücadeleyi bırakma kararı aldı ve gene ne olduğunu biliyoruz. "Bu sefer farklı" geçerli bir sebep, diğer hallerde eksik kalan "güven ortamı"nın varlığı da olumlu, lakin daha yolun başındayız.

Meselenin demokratikleşme sürecinde direkt olarak Kürtleri ilgilendiren konu başlıkları var. Hakikatleri Araştırma Komisyonu, Terörle Mücadele Kanunu, seçim barajı, anadil hakları, yerel yönetim vs. gibi boyutları var. Bu konuda adımların gelmeyip "hadi çekilin artık" denmesini, birkaç ay sonra bir "operasyon kazası" (bkz: Silvan) olursa verilecek "hani PKK silah bırakıyordu" tepkilerini düşünmek dahi istemiyor insan.

3. Aydına düşen rol ne?

Lüzumsuz müdahiller: Bu âkil adamlar vs. muhabbetlerine hiç girmeyeceğim. Eğer bu sürecin adını barış koyduysak, savaşan iki taraf olduğunu kabul ediyoruz demektir. Barış kararını savaşanlar verir, "niye öyle barışmadın da böyle barıştın?" falan diye hesap sorulmaz. Bugüne kadarki süreçte "hem toptan şiddete karşıyım :(" demek nasıl tutarsız bir görüş idi ise, "böyle barış olmaz" demek en az aynı derecede tutarsız.

Demokratikleşme zemini: Yukarıdaki soruda bahsettiğim gibi, herkes elinden geldiğince bu süreçte düzgün bir diyalog zemininin oluşması için çaba sarf etmek zorunda. Kurumsal yapının oluşması hususunda kamuoyu oluşturmak, herhangi bir tarafın "güven" ilkesini zedeleyici hamlelerini eleştirmek, birincil görev. Bu konuda Nuray Mert'in dün yazdığı yazı gayet isabetli.

Kayıtsız şartsız devletten taraf olmaya alışmış, "bu hükümet buraya kadar getirdi, destek olmalı" ağzını hiç bozmayacak kalemler, veyahut kendi mesuliyetini Kürt hareketinin sırtına yıkmaya alışmış isimlerin sesinden daha gür ses çıkarmalı.

4. Özet geç lan.

- Bu sorunun oluşması için en büyük engel, "güven sorunu" aşılmış gibi duruyor. Bunun bozulmaması için uğraşmak elzem.
- Artık üniter ulus devlet paradigması bitti. Buna alışmak lazım.
- Ortadoğu'da oyunun kuralları, tarafların çıkarları değişiyor. "Kazan-kazan" bir formüle destek vermek, herhangi bir "kazan-kaybet" ile kalakalmaktan yeğdir. Zaman durmuyor, akıyor.
- Bu savaşın bir tarafı Kürt hareketidir, onların razı olduğu çözüme Türk tarafından kibirle bezenmiş ses çıkarmak halt etmektir.
- "Onurlu" (ne sinir olurum şu lafa da) çözüm isteyen özgürlükçü/demokrat (bu da ideoloji oldu çıktı başımıza) insanın yapması gereken, demokratikleşme için devletin atması gereken adımlar konusunda onu sıkıştırmaktır.
- Herkes kendi çıkarlarını, koşullarını düşünerek siyasî zemine dahil olsun. Kalıcı bir barış, güvenlikçi uygulamaların azalması, ekonomik-sosyal konuların tartışılmasının önünün açılması, meclisteki muhalefetin niteliğinin değişmesi hayırlı olacaktır.
- Rehavete kapılmamak lazım. Deplasmanda avantajlı bir skor elde etmiş olabiliriz ama kontratakları güçlü bir rakip hala daha mevcut.